25 Mayıs 2009 Pazartesi

Ve bir devrin ardından..


Aslında hafta sonu -en azından benim için- derbiden çok daha önemli bir futbol olayı yaşandı.. Milano’dan bir efsane geçti..

Çeyrek asırdır giydiği formasıyla, Paolo Maldini -resmi lig maçı olarak- son kez , San Siro’ya çıktı ve 90 dakikanın sonunda mabedine veda etti.. Çok az futbolcunun yaşayabileceği bir gururla, yanında bundan 8-9 yıl sonra 3 numarayı teslim edeceği oğluyla 85.000 Milan taraftarının önünde zafer turunu attı.. Belki kaybedilen bir maçla veda etmenin burukluğunu taşısa da; 41 yaşına kadar Milan gibi bir Avrupa devinin formasını hakkıyla giymenin eşsiz kıvancıyla başı dik tamamladı turunu..

Haftaya serie-a ‘da son maçına Fiorentina deplasmanında çıkacak ve Milan‘da bir dönem kapanacak.. Aslında hakkında anlatılacak çok şey olmasına karşın, sözlerimi jubilesine saklıyorum, tıpkı O’nun vedasını sakladığı gibi..

Yüzde 51 Beşiktaş



Beşiktaş, sezon başından beri süre gelen “ ilk altı takımı yenememe” zincirini Galatasaray derbisiyle kırmış oldu. Tabi bunu salt bir Beşiktaş başarısı olarak görmek ne kadar doğru olur, orası muamma..

Geçtiğimiz hafta oynanan kupa maçının ardından yaptığım “ bu maçı Denizli kazanmadı, Aragones kaybetti.” Yorumunu bu kez Galatasaray için uyarlayacağım. Sanırım maçı izleyen herkes de benimle hem fikirdir.

Derbi öncesi genel kanı, “ bu sefer favori kazanacak.” yönündeydi.. Evet, sonuç olarak kimse tahmininde yanılmadı ve beklendiği gibi derbinin galibi ev sahibi oldu. Fakat, herkesi şaşırtan Galatasaray’ ın sergilediği futbol oldu. Sanırım Galatasaray bu sezonun en iyi performanslarından birini sergiledi, eminim ki bir çok Galatasaray taraftarının aklından “ bir sezon nerdeydiniz” sorusu geçmiştir.. Bir ara maç 2 hafta önce oynanan Beşiktaş - Fenerbahçe karşılaşmasının kopyası görüntüsündeydi. topla daha çok oynayan, pozisyonlara giren yine konuk takımdı.. Hatta Milan Baros girdiği pozisyonlarda Guiza gibi Rüştü’nün üzerinden aşırtmayı denese Galatasaray güle oynaya kazanacaktı. Duran topta adam paylaşımı konusundaki yanlışlara ek olarak, ikinci golde yine bireysel bir hatadan dolayı yaşanan talihsizlik eklenince iyi oynadığı bir oyunu kaybetti Galatasaray.


Bülent Korkmaz göreve geldikten sonra, gol yollarında yaşanan kısırlıktan muzdarip olan Galatasaray belki de bu süreçteki en ofansif oyununu ortaya koydu. Fakat kaçan gol fırsatlarının üstüne bir de sakatlıklardan dolayı gerçekleşen zorunlu rotasyonların eklenmesi takımı üç puandan etti. Mehmet Topal’ın kendi mevkisindeki başarısı bilinen bir gerçek fakat sahanın farklı alanlarına duyduğu yabancılık ve bunun getirdiği acemilik takımı olumsuz yönde etkiliyor. Tabi mecburiyet yüzünden kimse kimseyi eleştiremez, bu noktada da gerek Bülent Korkmaz kadroyu kullanış biçimiyle, gerekse Mehmet Topal saha içindeki çabasıyla ellerinden geleni yaptılar.

Şampiyonluk yolunda en önemli maç olan bu derbi de Beşiktaş ‘ın futbolu hakkında çok şey söyleyebileceğimi sanıyordum fakat şampiyonluk stresine iyice giren Beşiktaş İnönü ‘de adeta sahadan silindi.. Beşiktaş artık yolun sonuna gelmesine karşın halen stres altında oynama konusunda bekleneni veremiyor. Bunda en önemli sebeplerden biri de uzun süredir şampiyon olamamanın verdiği sıkıntı. Hedefe bu kadar yaklaşmış olmanın yarattığı heyecan, siyah beyazlı futbolcuları profesyonel ruhtan uzaklaştırıp, sahada hiç beklenmedik derecede acemice hatalar yapmalarına sebep oluyor.. Bu durumda, her ne kadar son haftaya girildiğinde en büyük avantaja sahip takım Beşiktaş gibi görünse de hala lig bitmiş değil. Son hafta şampiyonu stresin ve şansın belirleyeceği göz önüne alındığında, Denizli’nin de söylediği gibi; yüzde 51 Beşiktaş..




13 Mayıs 2009 Çarşamba

Sonun başlangıcı


Sezon başında yapılan iddialı transferler ve harcanan paralarla, taraftarın karşısına çok şeyler beklediği bir takım olarak çıkmıştı Fenerbahçe.. Geçtiğimiz yıl, takımın Avrupa‘da geldiği nokta ve ligde kıl payı kaçırdığı şampiyonluk göz önüne alındığında taraftarın bu beklentisi de doğaldı..

Bütün umutlar iki ismin omuzlarındaydı; son Avrupa Şampiyonası’nda kupayı kaldıran Aragones ve la liga’yı gol kralı olarak kapatan Daniel Guiza.. Koskoca camia adeta iki kişiye indirgendi. İnsanlara verilen izlenim genel olarak “Guiza golleri atacak, Aragones takımı şampiyon yapacak şeklindeydi.. Bu durumun oluşmasında temel sorumlu medyada yer alan yorumlar gibi gösterilmeye çalışılsa da, olay biraz incelendiğinde arkadaki yönetim desteği açıkça görülebilir.. Adeta kişisel inatlar uğruna gönderilen Aurelio’nun yerine uzunca bir süre Senna’nın ismi anıldıktan sonra, 34 yaşındaki Josico’nun getirilmesi bu sezonun nasıl geçeceğine dair sinyalleri vermeye başlamıştı zaten.. Senna’nın ardından, yönetimin vaat ettiği ve taraftarın beklediği transfer dosyalarının da bir bir kapanması bütün umutların bu iki isme bağlanmasına sebep oldu..


Sezon öncesi yönetimin yaptığı hatalara, elindeki kadrosuna rağmen İspanyol milli takımındaki oyun stilini oturtmaya çalışan Aragones’in yanlışları eklenince 2008- 2009 sezonu Fenerbahçe taraftarı için büyük bir hayal kırıklığı oldu. İlk önce bir önceki sezon kapılarını çeyrek finale kadar zorladığı Avrupa defteri kapandı.. Artık bütün hesaplar Türkiye’de alınacak kupalar üzerine yapılırken lige de – çok erken bir şekilde- havlu atılması, sarı-lacivertli taraftarları takıma küstürdü.. Fenerbahçe taraftarına bir özür borçluydu ve o özür 26 yıllık hasretle beklenen Türkiye kupası’nı müzeye götürmek olacaktı.. Maç öncesinde, Fenerbahçe’nin durumu ve ligde Beşiktaş‘a karşı sağladığı üstünlük dikkate alındığında, Aziz Yıldırım’ın dahi belirttiği gibi kupanın kanaryaya gitmesi kesin gibiydi..

Aslında Aragones’in final maçında bambaşka bir kadro yaratma çabasına rağmen maça iyi başlayan taraf da Fenerbahçe‘ydi.. Kupa maçları boyunca, kalenin Volkan Babacan‘a bırakılmasına kimsenin bir itirazı olduğunu sanmıyorum. Fakat bu konudaki ısrarı final maçına taşımak, gereksiz macera arayışından başka bir şey değildi.. Kadro seçimindeki bu hatayı, Gökhan Gönül’den stoper yaratma çabası izledi.. Lig mücadelesinde her ne kadar başarılı bir performans ortaya koysa da, Gökhan Gönül ancak zorunlu durumlarda bir alternatif olabilir.. Ama elinde Önder ve Yasin olmasına rağmen, Yasin’in İzmir ’e dahi getirilmeyip bu mevkiinin Gökhan Gönül’e bırakması daha maça başlamadan Fenerbahçe için işleri zora soktu.. Aragones yanlış bir kadro kurmakla da kalmadı elbette, adeta Beşiktaş’a ikramda da bulundu.. Ligde yaptığı hatayı tekrar etti, sanki kopyası gibiydi. Her ne kadar kötü oynasa da Uğur Boral’ın yerine girecek oyuncu Semih değil, hele de saha da Alex, Guiza ve Deivid varken.. Bir de bunun üstüne orta sahanın bütün pas trafiğinde rolü olan ve rakibe basan Emre Belözoğlu’nu oyundan çıkararak Denizli’nin ekmeğine yağ sürdü.. Bu dakikadan itibaren, Holosko ve Tello’nun etkinliği daha da arttı doğal olarak ve ileri uçta oynayan Bobo istediği topları almaya başladı..


Ligde her iki maçı da kaybeden Beşiktaş, bu kez sahaya rolleri değişmiş olmanın rahatlığı ile çıktı, çünkü bu kez mutlak galibiyete ihtiyacı olan taraf Fenerbahçe‘ydi.. Beşiktaş bunun rahatlığıyla, istediği oyunu sahaya koydu.. Artık klasikleşen, ilk yarı rakibini tartıp, ikinci yarı bulduğu açıklardan sonuca gitmeyi seçen bir Beşiktaş vardı sahada.. Bu sefer farklı olarak, Aragones tarafından sunulan boşluklar, Beşiktaş‘a kupayı getirdi.. Anlayacağınız kupayı Mustafa Denizli kazanmadı, Aragones kaybetti..

Bu maç yıllardır beklenen kupayı getirmese de, taraftarın sezon başından beri beklediği kararın çıkmasına ön ayak olacak büyük ihtimalle.. Zico’yu şampiyonluğu kaybettiği için gönderen yönetim, bir sezon içerisinde alınan bu kadar başarısız sonuca, yapılan bütün yatırımların çöpe gitmesine daha fazla göz yummayacak ve Aragones’le yollarını ayıracak.. Böylece –Guiza ile beraber- takımın tek umudu olarak gösterilen adam, başarısız geçen sezonun tek sorumlusu olarak gönderilecek.. Fakat bu şekilde, tek kişilik hedefler göstermekteki asıl amaç yönetimdeki aksaklıkları gizlemek.. Bu durum sadece Fenerbahçe için değil, bütün takımlar için geçerli.. Takımlar yenilenip, genç oyuncularla dinamizm kazandırılmadığı sürece, kulüpler gerilemeye devam edecekler

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Fernandez Iglesias ve Borja...


Fernandez Iglesias ve Borja.. 2009 U-17 Euro Championship turnuvasında İspanya'nın parlayan yıldızları. Orta sahada günümüz futbolunun özelliklerini birebir taşıyan Fernandez Iglesias için geleceğin Xavi ve Iniesta'sı denilebilir. Kızıl kıvırcık saçları ve ortalamanın üstünde boyuyla bir İspanyol'dan çok Norveçli gibi dursa da, ayağına topun yapıştığını gördüğümüzde tüm şüpheleriniz ortadan kalkıyor. Gelelim Borja'ya yürüyüşünden, topa yükselişine kadar Fernando Torres'i andıran İspanya U-17'nin 9 numarası, yeni bir El Nino olarak etkisini göstermeye başlamış gibi. Bu gençler hakkında fazla bilgi sahibi olabilmek şu anda pek mümkün değil,ancak 2-3 yıl içinde isimlerini hepimize ezberleteceklerinden de hiç kuşku duymuyorum. Merak edenlere kısa bir not, U-17 Euro Championship'i Eurosporttan takip edebilirsiniz.

5 Mayıs 2009 Salı

Ölmeden mezara koydunuz bizi !!!


Düşünün 2009 yılında hiç yenilmemiş bir takımın taraftarısınız.Bu takım başarıya ve şampiyonluğa aç.Ama bu sefer durum farklı gibi gözüküyor kötü oynasa da maç kazanmayı biliyor.Doludizgin şampiyonluğa koşuyor.E halilye sizi de bir heyecan sarmış.Kafanızda derbiye gitme planları yapıyorsunuz (bütün imkanları zorlayıp).Rakibinizde tarihinin en kötü dönemlerinden birini yaşıyor,ligde bir amacı yok.Yaşanan olaylar sonucu as oyuncularının çoğu yok.Bu durumda iştahınızı kabartıyor.
Bu duygularla hazırlandım bende derbiye her Beşiktaş taraftarı gibi.Bilet bulabilmek için sabah ayazında 5 saat sıra bekledik.Maçın heyecanı içimizi ısttığı için çok dokunmadı soğuk bize.Stada maçtan 4 saat öncesinden girdik ki bu güzel anları en güzel yerden izleyebilelim diye.Gerçekten büyülü bir atmosfer vardı.Skora bakmadan belki etkimiz olur diye gırtlağımızı parçalarcasına bağırdık.ama olmadı,bizim duydumuğuz heyecanın yarısına bile sahip değildi futbolcular.İnanmamışlardı bizim kadar.24 yıllık hayatımın en büyük hayalkırıklığını yaşadım o gece.
Maç geride kaldı ama ben Mustafa Hoca’nın söylediği gibi bu travmayı atlatamayacağım. Şampiyon olamazsak teknik direktörlüğü bırakırım demiş.Lütfen şampiyon olmayalım.Haketmiyoruz çünkü.Ligin ilk 6 sırasındaki takımları yenememiş,derbi kazanamamış,altın tepsine sunulan liderlik fırsatlarını her seferinde elinin tersiyle itmiş bir Beşiktaş şampiyon olmuş neyime (!) Lucescu dönemindeki gibi tuttuğunu koparan,hırslı bir takım istiyorum ben.Gerçekleşene kadar da şampiyonluğa hasret kalmaya razıyım.
SERCAN KARAKAPLAN

3 Mayıs 2009 Pazar

Bir İnönü klasiği


Mustafa Denizli geleneği bozmadı ve Beşiktaş’ın ilk altı sıradaki takımı yenememe zinciri bu derbide de kırılmadı..

Geçtiğimiz haftalarda yaşanan puan kayıpları, kadrosundaki cezalı ve sakat oyuncuların sayısıyla, her yönüyle eksik Fenerbahçe’nin karşısına derbinin favorisi olarak çıktılar. Fakat sahadaki futbol beklenenin tam tersiydi.. Son maçlarda lige havlu atıp tamamen kupaya yoğunlaşan Fenerbahçe, bu maçta sezonun en iyi performansını sergiledi ve doksan dakikanın sonunda gülen taraf oldu.

Aslında derbinin bu şekilde sonuçlanacağının sinyallerini Beşiktaş son maçlarında vermişti.. Maçtan önce yapılan değerlendirmelerde her şey Beşiktaş ‘ın lehine görünüyordu.. Alex ve Lugano gibi maçın kaderini değiştirecek oyuncularından yoksun Fenerbahçe ‘yi, yenildiğinde dahi takımını ayakta alkışlayan seyircisinin önüne ağırlayacaktı ve en önemlisi, şampiyonluk yarışındaki en güçlü rakibi Sivasspor Gaziantep maçında üç puan bırakmıştı..

Fakat bütün bu avantajlar söz konusu takım Beşiktaş olduğunda dezavantaja dönüşüyor. Zira Beşiktaş ‘ın en büyük sorunlarından birisi stres altındayken maç çıkaramaması. Tamamen şampiyonluk fikrine odaklanan oyuncuların skora ulaşma konusundaki telaşı; takımın sahada kontrollü bir oyun oynamasına engel oluyor. Buna bir de Denizli’nin takıma bir türlü oturmayan 4-3-3 konusundaki ısrarı eklenince, kısa ve kontrollü paslarla yarı sahasından çıkan her takım Beşiktaş ’ı alt edebiliyor. Tıpkı dün gece Fenerbahçe ’nin yaptığı gibi..

Maça bakıldığında -özellikle de ilk yarı- bir türlü organize olamayıp kaleye gidemeyen Beşiktaş ’ın karşısındaki hızıyla, şampiyonluk kovalayan takım Fenerbahçe gibiydi. İkinci yarıda ise baktılar Beşiktaş bir şey yapamayacak, bari biz bir dinamit koyalım oyuna heyecan gelsin diye düşünmüş olacaklar ki, Deivid ile Emre arasında yaşanan gereksiz tartışma oyunun dengesinin değişmesine sebep oldu.. Aragones çoğu kişiye göre hata yaparak sahanın en iyilerinden olan Emre’yi oyundan aldı. Fakat burada dikkatlerden kaçan iki önemli nokta var. Birincisi, zaten şampiyonluk iddiası taşımayan bir takımda otoriteyi de kaybetmek için böyle bir müdahalede bulunması kaçınılmazdı. Asıl önemli nokta ise, otoritesini kurarken kenara aldığı oyuncuyu da takıma küstürmeme çabasıydı.. Her ne kadar oyuncularla kimyası tutmasa da, sahada iyi işler yapan oyuncuyu sonuna kadar kullanması gerektiğinin bilincinde olması Aragones’in en büyük artısı.. Hele ki Galatasaray’da Bülent Korkmaz’ın Lincoln’e olan davranışlarını gördükten sonra..

Bu maç öncesine kadar kime sorsanız Fenerbahçe’nin defansının göbeği için Lugano, Edu, Yasin, Önder, Deniz ve Can Arat isimlerini sayar, kimsenin aklına sağ kanadın başarılı ismi Gökhan Gönül gelmezdi..

Fatih Terim bu maçı keyifle izlemiştir herhalde.. Çünkü milli takım için yeni bir stoper doğmak üzere sanki; bazı maçlarda da rahatlıkla kullanabileceği bir isim olur.. Zira Gökhan geriden oyun kurmasını çok iyi beceriyor. Milli takımda da bunun eksikliğini çok hissediyoruz. Zaten bu becerisi sayesinde hem Selçuk hem de Emre daha rahat oynadılar, ileriye daha çabuk top taşıyabildiler.. Üç pasta Beşiktaş ceza alanı önüne çok kolay indiler. Kenarlarda oynayan Uğur Boral ve Deivid’in de içe kat etmesiyle Beşiktaş defansının göbeği çok açık verdi.. Zaten Guiza ve Semih hareketli oyuncular.. Beşiktaş’ın oyun kurgusu da Fenerbahçeli oyuncuların ekmeğine yağ sürdü adeta..

Sonuç olarak maçı hak eden taraf oyunuyla Fenerbahçe oldu, Beşiktaş ise şampiyonluk yolunda altı puanlık bir maçı kötü futboluyla kaybetti..



1 Mayıs 2009 Cuma

Hatırlayanlar Parmak Kaldırsın...


Pazar günü oynanacak derbi sebebiyle, Lig Tv de yayınlanan Ezeli Rekabette son 8 yıl isimli programda,tamamen aklımdan çıkmış bir isimle karşılaştım...İşte Miroslav Steviç'in kariyeri...7 Ocak 1970 Ljubovija (Yugoslavya) doğumlu Miroslav Stevic 1.79 boyunda ve 73 kilo. 2002-2003 sezonunda Borussia Dortmund (Almanya) takımından transfer edildi. Orta saha mevkiinde oynamaktadır. Fenerbahçe'deki ilk resmi maçı, 13 Ağustos 2002'de Feyenoord - Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi 3.Ön Eleme Turu ilk maçıdır. Fenerbahçe'deki son resmi maçı, 3 Mayıs 2003 tarihinde Bursaspor - Fenerbahçe süper lig maçıdır. 2002-2003 sezonu sonunda 26 Ağustos 2003 tarihinde Almanya'nın Bochum takımına transfer olmuştur.
6 defa milli olmuştur.
 
Futbol Bloglarini Takip Edin