31 Temmuz 2009 Cuma

Avrupa macerası başladı


Bir hafta öncesinde Rijkaard’ın biletini kesenler maç sonunda ne düşünmüşlerdir çok merak ediyorum. Oynadığı ilk iki resmi maçından sonra geniş bir kesim tarafından ipin ucuna konulan teknik adam dün akşam çalışmalarının karşılığını almaya başladı bile..

Gerek yaptığı kadro seçimleriyle gerekse değişiklikleriyle son iki haftanın -turu geçmesine rağmen- en çok eleştirilen ismi olmuştu. Ama neyse ki beş senelik Barcelona geçmişinde kazandığı tecrübe sadece futbol adına değil.. İspanya’da, -tıpkı İtalya ve Türkiye gibi- futbol ateşinin tribün ve medya desteğiyle daha bir harlandığı ülkelerden.. Rijkaard sert eleştirileriyle ünlü İspanyol basını ile baş etmesini öğrenmişti. Bu da Rijkaard’ın en büyük avantajı, zira şimdiye kadar bir çok yetenekli futbol adamının ülkemizden hüsranla ayrılmasının temelinde bu baskıya direnememesi yatıyor.

Rijkaard söylenenlere adeta kulağını tıkamış, hayalindeki Galatasaray’ı yaratmakla meşgul.. Gelip iki gün içinde Barcelona futbolu oynatamayacağının farkında, zaten onun çabası da ilk önce “Ajax modeli”ni oluşturmaktan yana. Takımla çıktığı hazırlık ve resmi maçlarının tamamındaki Aydın ısrarı da bunun göstergesi. Maccabi maçındaki performansı ise çabaların boşa gitmediğini gözler önüne serdi. Alt yapıdan Arda ile birlikte büyük umutlarla çıkmasına rağmen bir türlü beklenen performansı sergileyemeyip daimi yedek kulübesinde yer alan Aydın, Hollandalı teknik adamın ellerinde kendini yeniden yapılandırıyor. Eğer çalışmaya böyle devam ederse yeni bir yıldızın doğuşu kaçınılmaz olur..

Leo Franco ve Keita ilk defa taraftarın önüne çıktılar. İlk maç için bir şeyler söylemek ne kadar doğru bilinmez ama Galatasaray uzun zamandır sıkıntı yaşadığı kalesini bu kez emin ellere teslim etmiş gibi.. Maccabi’nin az da olsa tehlikeli çıkışlarını çok başarılı bir şekilde sonlandırmayı bildi. Ne zaman çıkması, ne zaman kalesinde kalması gerektiğini iyi kestirebiliyor, çünkü topu iyi takip ediyor. Fakat gol yollarını kapatmada sadece kaleci yetmiyor, Galatasaray’ın defansı adeta S.O.S veriyor. İsrail deplasmanında yenilen gol tamamen defans hatasıydı, çünkü savunmacılar halen ne zaman nerede durmaları gerektiğini bilmiyorlar. Bu yüzden Galatasaray’ın bu kadar emeğinin boşa gitmemesi için transferi, bir defans takviyesi yapmadan kapatmaması gerekiyor.

Galatasaray dün akşam geleceğe dönük çok güzel sinyaller verdi.. Sadece önümüzdeki sezon için de değil, geleceğe yönelik başarılı bir takımın -hem kendisinin hem de Galatasaray’ın yeniden doğuşunun- temellerini atıyor Rijkaard.. Tabi bu konuda sessizce görüşüp sabaha karşı takıma getirdiği yıldızlarla transfer dönemine damgasını vuran Haldun Üstünel’in çabalarını görmezden gelmek olmaz. Rakip takım taraftarlarının dahi takdir ettiği genç yönetici, birkaç hafta önce bahsettiğim iş adamı -yöneticiler yerine taraftar- yöneticilerin gerek kulüp geleceği gerekse futbolun ruhunu korumak adına ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.

Geçtiğimiz sezon hem yönetim kadrosunun yaptığı hatalar hem de saha içinde sergilenen kötü performansla tribünleri küstürmüştü Galatasaray. Fakat bu yıl görünen o ki, takım en tepeden alt yapılara kadar bambaşka bir yapılanma halinde, kendini temize çekmeye hazırlanıyor.

Diyeceğim o ki, Galatasaray taraftarlarını güzel bir sezon bekliyor..

HOCA FARKI...

Fenerbahçe’de ikinci Daum dönemi resmen başladı..
Dün sahada izlediğimiz Fenerbahçe ise teknik direktör seçimlerinin takım için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.

Geçen yıl Aragones yönetiminde izlediğimiz takım tamamen yenilenmiş..

Koşmaya mecali kalmayan -sahada yürüyen- isimler dün akşam sahada büyük bir hırsla ve yüksek bir konsantrasyonla ter döktüler ve ezici bir üstünlükle maçı kazandılar.

Evet rakip oldukça zayıftı fakat takımın ortaya koyduğu futbol göz doldurucuydu.

Bütün yabancılarının Brezilyalı olmasıyla eleştirilse de, takıma son gelen iki brezilyalı -özellikle de göbekte oldukça iyi performans sergileyen Cristian- ne kadar doğru bir transfer olduğunu dün gece Kadıköy’de kanıtladı.

Bu ikilinin yanı sıra, uzun zamandır tartışılan Alex merkezli sistem değişime uğruyor. Daum’un gelişiyle çoğu kişi tamamen Alex üzerinden bir stille oynanmasını bekliyordu şüphesiz. Fakat Daum Fenerbahçe’yi artık tek oyuncunun elinden kurtarmaya kararlı görünüyor. Bu seçimi de sahadaki oyuncuların bu kadar hırslı olmasının sebeplerinden biriydi.

Alex’in maçların bazısını yürüyerek tamamlamasına rağmen her daim sahanın beyni durumunda olması takımda birden fazla “Alex”lerin türemesine sebep olmuştu. Bu yeni sistemde ise her futbolcu bütün isteğini sahada sergiliyor. Şüphesiz ki bu futbol, boş kalan tribünleri çok yakında tekrar doldurmayı başaracaktır.

Ama –sanırım herkes için- gecenin sürprizi sessiz okçu Guiza’nın beklenmeyen performansıydı. Geçen sezonu tam bir hayal kırıklığı olarak geçiren ve transferi fiyasko olarak lanse edilen İspanyol oyuncu sahalara dönmeye karar vermiş gibi.. Bir sene rötarla da olsa, Türk futbol seyircisi Guiza’nın gerçek performansıyla -nihayet- bu sezon tanışacak.

SİVAS'I BEKLEYEN TEHLİKE...

Seyir zevki eksik geçen bir sezonun ardından yapılan değişikliklerle oldukça çekişmeli ve heyecanlı bir lig bizi bekliyor.

Fakat geçtiğimiz iki sezonun en çok konuşulan takımlarından olan Sivasspor bu sezon köşesine çekileceğinin sinyallerini verdi.. Takımdan ayrılan oyuncuların boşluğunun hissedilmeyeceği düşünülüyordu fakat Anderlecht karşısında alınan skor Sivasspor’un bu sezon oldukça zorlanacağını gözler önüne serdi.. Takımın durumu şu an için ortada, sonuçta söylenilebilecek pek bir şey yok. Sezon açılışı öncesi alınan bu sonuç takım içindeki özgüvenin de ciddi anlamda sarsılmasına sebep oldu. Oyuncular tekrar toparlanana kadar ciddi puan kayıpları yaşanacaktır. Bunun sonucu olarak da bu sezon Sivasspor’u zirveyi zorlarken izleme ihtimalimiz oldukça düşük.

Lige renk ve heyecan katan bir takımın böyle bir hezimetle kabuğuna çekilmesi lig açısından kötü oldu elbette. Fakat Türkiye’nin Mourinho’su olmaya hevesli Bülent Uygun’un durup kendisini gözden geçirmesine de sebep olacağı açık.

Sir Bobby Robson hayatını kaybetti...


Dünya futbolu, bugün (31 Temmuz 2009 ) 20.yüzyılın son çeyreğine damgasını vurmuş bir değerini daha yitirdi. Jose Mourinho'nun yaratıcısı olarak son dönemde yeniden ünlenen Sir Bobby Robson, 76 yaşında, yakalandığı kanser hastalığına yenilerek vefat etti. Futbolculuk kariyerini Fulham, West Bromwich Albion takımlarında geçiren ve İngiltere Milli takımında da 20 kez forma giyen Robson, futbolu bırakmasının ardından Fulham ve İngiliz milli takımına bu kez teknik direktör olarak döndü. Yaklaşık 40 senelik teknik direktörlük kariyerinde de İpswich Town, Barcelona, Porto, Sporting Lizbon, PSV Eindhoven ve Newcastle United'da büyük başarılara imza atan Sir Bobby Robson, Barcelona'da kendisinin tercümanlığını yapan Jose Mourinho'nun zekasından yararlanarak, adeta geride varisini bırakmış oldu... Beyaz saçları, mimiksiz yüz hatları ve buruşuk suratıyla her zaman karizma yayan bu dev adam, artık yok... Dünya futbolu umarım kendisine hak ettiği saygıyı öldükten sonra da gösterecektir...

30 Temmuz 2009 Perşembe

10 Numara Sorun!


Beşiktaş, kaptan Delgado’nun yaklaşık 6 ay sahalardan uzak kalacağının açıklanmasının ardından yeni bir 10 numara arayışına girdi. Gündeme birçok isim geldi fakat henüz atılmış somut bir adım yok. Yine de Başkan Demirören’in tüm Avrupa’yı sallayacak bir transfer yapacağız açıklaması taraftarları heyecanlandırmaya yetiyor.
Bir yandan yönetimin transfer etmeyi düşündüğü “yıldız” nitelikli oyuncuların Türkiye’yi istememeleri, diğer yandan da Delgado’nun sözleşmesinin askıya alınması konusunda göstermiş olduğu katı tutum yöneticilerin elini kolunu bağlıyor. Taraftar ise haklı olarak tedirgin. Sezonun ilk resmi maçı hafta sonu ezeli rakip Fenerbahçe ile oynanacak olmasına rağmen transfer halen tamamlanmış değil. Üstelik geçmiş yıllara bakınca Ailton, Kleberson, Ricardinho gibi son dakikada alınan oyuncuların hiçbir şey vermeden Türkiye’den ayrıldıkları gibi de bir gerçek var.
Gündeme gelen isimler arasında doğrulanan tek bir isim var. Deco… Porto’da yıldızı parlayıp daha sonra kariyerine Barcelona’da devam ettikten sonra sonra Chelsea’ya geçen Portekizli yıldızın Kartal’a çok yakın olduğu gelen haberler arasında.
Başkan Demirören’in bizzat ilgilendiği bu transfer gerçekleşirse Beşiktaş büyük bir açığını önemli bir yıldızla kapatmış olacak. Deco, sportif anlamda Beşiktaş'a pek çok şey katacağı gibi kombine kart ve forma satışı gibi önemli bir gelir kalemine de önemli katkılar sağlaycaktır.
Pirlo’yu isteyen Chelsea’nin bu amacına ulaşması halinde Deco’yu gözden çıkarmasına kesin gözüyle bakılıyor. Bu nedenle Beşiktaşlılar Pirlo’nun Chelsea’ya transferi için adeta dua ediyor. Şunu da unutmamak gerek ki Beşiktaş dışında Avrupa’nın birçok önemli kulübü de Deco için pusuda bekliyorlar. Bu nedenle Deco’nun o kulüplerden biri yönündeki olası tercihi kimseyi şaşırtmamalı. Bakalım önümüzdeki günler futbolseverlere neler gösterecek…

28 Temmuz 2009 Salı

Geleceğin Quaresması, Norveç'in Rivaldosu, Sırbistan'ın Beckham'ı vs......


Geçen sezonu 2 kupayla kapatan Beşiktaş, önümüzdeki sezon Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edecek. Gruptaki muhtemel rakiplerini hepimiz az çok tahmin edebiliyoruz. Barcelona, Real Madrid, Arsenal, Manchester United, İnter, Milan, Bayern Münih, çıtayı biraz düşürürsek, Olympiakos, Celtic, Lyon, Marsilya, Porto, (daha düşük kalitede olanları yazmıyorum)..Şimdi de bu takımların beyni niteliğindeki oyunculara bakalım, aynı sırayla yazıyorum... Xavi,İniesta (Barcelona), Cristiano Ronaldo,Kaka (Real Madrid), Samir Nasri(Arsenal),herşeye inat Paul Scholes(Manchester United), Cambiasso, hatta Quaresma(İnter), Frank Ribery(Bayern Münih) ve alt kademelerde, Lucho Gonzales, Kallström, Lisandro Lopez gibi oyuncular... veeee çifte kupalı şampiyonumuzun beyni kim ? YUSUF ŞİMŞEK !!! Eskişehirsporlu Doğa'ya 10 saniye içinde 3 çalım atan, futbol otoritelerinin "telefon kulübüsinde bile çalım atabilir" diye nitelendirdiği Koca Yusuf... Olmaz..olamaz...olmamalı....Tamam Beşiktaş yönetimi zaten bir oyuncu arıyor diyeceksiniz..Deco, Buanonette, Giovanni Dos Santos, Quaresma gibi isimler geçiyor gayet güzel... Peki kendimi de katarak sormak istiyorum... Hangi Beşiktaş taraftarı bu isimlerin alınabileceğine inanıyor ? ? ? Mahçup olmak ve yanılıyor olmak dileğiyle not ediyorum buraya...Umarım Rosenborg'tan Sapara'ya ya da hangi takımda olduğunu dahi hatırlamadığım Zohora'ya kalmayız...Biz artık, Norveç'in Quaresması, Slovakya'nın Deco'sunu değil..bizzat kendilerini istiyoruz...

24 Temmuz 2009 Cuma

Mucize mi bekleniyordu?


Aslında geçen hafta oynanan maçtan sonra düşündüklerimde pek değişen bir şey yok. Zaten aradaki zaman diliminin yalnızca “bir hafta” olduğunun farkına varanlarda bir değişim beklemiyordu. Sonuçta öyle oldu.. Galatasaray - geçen haftaki gibi- tat vermese de istediği skoru alıp turu atlamayı başardı..

Fakat spor yorumcuları şimdiden Rijkaard’ın biletini kesti bile.. “Hatalarından ders almayan Rijkaard’ın takımı bu yıl ilk üçe bile sokamayacağı” konusundaki iddialar gazetelerin manşetlerinde bir bir yerini aldı. Maçın ardından verilen bu tepkiler Türk futbolunun en önemli sorunlarından birinin cevabını verdi.. Rijkaard’a imza töreninde dahi sorulan “Türkiye’de pek çok önemli isim başarısız performans gösterdiler, siz ne düşünüyorsunuz?” sorusunun cevabını elbette.. Hollandalı teknik adam Kazakistan’da oynanan maçtan sonra “Bu sonucu telafi edeceğiz” dedi ve İstanbul’da turu almayı başardı. O vaat ettiği başarıya ulaştı. Fakat oldukça geniş bir kesim bu sonuçtan memnun değil. Bir haftada bir takımın uyum ve kondisyon sorununun tamamen aşılabileceğini sananlar, Rijkaard’a futbolu öğretiyor(!).

Maçta iki gol vardı, ikisi de savunmacılardan geldi..
Bakıyorum, herkesin aklında forvetler ne yapıyordu sorusu var. Forvetlerinin henüz hazır olmadığını -daha zamana ve çalışmaya ihtiyaçları olduğunu- 1-1 biten maçın ardından açıklamıştı Rijkaard..

Buna rağmen bu kadar erken başlayan sert eleştiriler bir çok başarılı ismin Türk liginde neden başarıya ulaşamadığının cevabını vermiş bulunuyor.

Maça bakacak olursak öncelikle Kazak ekibi kendi sahasında yakaladığı şanstan sonra İstanbul’a tur ümidiyle gelmişti. Sahada da bu isteğini -en azından ilk yarı- açıkça gösterdi. Fakat bu sefer şansları yanlarında değildi. Galatasaray’da yürümekten vazgeçip bu maçta koşmaya başlayınca turun geçen taraf oldu.

Elbette Galatasaray mükemmel bir futbol sergilemedi.. Tek eksiği hazırlık da değil, acilen defans ve orta sahada takviyeye ihtiyacı var.

Kadroda bulunan 4-5 boyuncu ise Galatasaray formasını taşıyabilecek yetenekte olmadığını açıkça gösterdi. Bu noktadaysa teknik adamın, bu oyuncuları rapor etmekten başka yapabileceği bir şey yok. Yani artık top Galatasaraylı yöneticilerin elinde..

Türkiye’de, takımda işler kötü gitmeye başladığında hedef tahtasına teknik direktörü oturtmak artık klasikleşti. Galatasaray’da geçtiğimiz iki sezonda gidip-gelen teknik direktör sayılarına bakıldığında da bunu görmem mümkün. Ama bu sefer işin rengi farklı.. Eğer yönetim başarısı bu kadar tescilli bir teknik direktörü harcamak yerine doğru transferler yapmayı seçerse, ipi göğüsleyen taraf olması o kadar zor değil..

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Şampiyon defilesini yaptı...

Geçtiğimiz sezonu çifte kupayla kapatan Şampiyon Beşiktaş, 2009-2010 sezonunda giyeceği formaları, Nevzat Demir Tesislerinde dün akşam düzenlenen defileyle basına tanıttı. Defilede, çubuklu, beyaz önü çizgili ve damalı olmak üzere siyah beyazlıların yeni sezonda giyeceği 3 ayrı forma tanıtıldı. İşte, 2009-2010 sezonunda Beşiktaşlı futbolcuların üzerinde göreceğimiz formalar...



17 Temmuz 2009 Cuma

Rijkaard'ı anlamak..


Rijkaard resmi olarak takımın başındaki ilk sınavını Tobol karşısında verdi. Çoğu kişiye göre de, daha ilk maçtan sınıfta kaldı. Mevcut futbol yorumcularının geniş bir kesimi ise ne yapmaya çalıştığını anlayamamaktan yakındı. Bu konuda da haklıydılar.. Ne yaptığını anlayamamışlardı o yüzden de onlara göre Rijkaard ilk maçında fire verdi..

Ekran başında izlenen futbola bakıldığında, tamamen gençlerden oluşan kadrosuyla duran toptan gelen gol dışında doğru düzgün pozisyon bulamayan, rekip kaleye ancak 40. dakika da yaklaşabilen bir Galatasaray vardı. Adeta bir hazırlık maçı gibi.. Dün gece Central Stadium’da oynanan futbolun altında yatan durum da buydu; hazırlık..

Rijkaard aslında bu maçla iki açıdan hazırlık yapıyordu. Rakibin durumunu göz önünde bulundurarak maçın skorunu İstanbul’a bıraktığının herkes bilincindedir sanırım.

Gelelim hazırlık mevzuna.. Rijkaard’ı anlamanın yolu sanırım sözlerini dinlemekten geçiyor. Maç sonrasında yaptığı açıklamada “hazır olmamaları” nedeniyle Baros ile Arda'yı 90 dakika oynatmanın risk olacağını düşündüğü için bu şekilde bir 11 çıkardığını dile getirdi.. Elemeler, daha transferlerin devam ettiği ve takımın hazırlık takviminde daha çok başlarda olduğu bir zamanda oynandı. Evet Galatasaray, Tobol karşısında ezici üstünlük sağlayacak bir kadroya sahip fakat henüz hazır olmadıkları bir dönemde onları sahaya sürmenin yaratacağı tehlike dün alınan skordan daha önemli.

Galatasaray dün as kadrosuyla çıkıp tatsız bir futbolla galibiyete ulaşmış olsaydı, gerek teknik adam gerekse futbolcular için yapılan eleştiriler takımın gelişimini engelleyecek şiddette olacaktı. Bunun bilincinde olan Rijkaard ise aslarını şimdilik elinde saklamayı seçerek, hazırlık tadında bir kadroyla formalite maçına çıkmayı seçti. Bu tercihi ise takımda bazı dengeleri sağlamasının önünü açtı..

Hollandalı teknik adamın bu seçimi dün gece renksiz bir maç izlememize sebep olmuş olabilir. Fakat takım içindeki dengeleri sağlaması açısından önemli bir adımdı.. As oyuncuların her maçta öne sürülmeleri zamanla oyuncu egolarının takım çıkarlarının önüne geçmesine sebep olduğu ortada. Bunun en yakın örneği olarak Lincoln olayı var.. Böyle bir sıkıntının bir kez daha yaşanmaması için Rijkaard oyuncularına yaklaşımlarında daha temkinli davranıyor. Seçtiği kadroyla, gerektiğinde yıldızların kenarda bekleyebileceğini gösterirken diğer taraftan da alt yapıdan yetişip kadroya girme telaşında olan oyunculara güven aşılayarak ayaklarının daha sağlam basmasını sağlamış oldu. Her ne kadar, spor yorumcuları Rijkaard’ın acil bir Türk futbolu rehberine ihtiyacı olduklarını iddia etseler de, o aslında her şeyin farkında.. Dün gece sahaya sürdüğü kadro ile hem kendini hem de takımını sert eleştirilerden korumayı bildi..

Galibiyet gelmese de, skor Galatasaray’ın lehine ve takım zaten bu maçın telafisini alabilecek güçte.. Geçen sene çok başarılı bir kadronun yanlış teknik adamların elinde heba olmasından sonra, gerek yaptığı yerinde müdahaleler gerekse oyuncular arasında kurduğu denge ile Galatasaray sonunda doğru adamı buldu diyebiliriz..

16 Temmuz 2009 Perşembe

Bir Kere De Şaşırt Bizi be Başkan !!!


Adını yazdığımızda, ceza sahasının solundan ayak dışıyla attığı muhteşem golleriyle karşılaştığımız, hem fiziki özellikleri, hem top sürüşü, hem de çalımlarıyla tam BEŞİKTAŞLIK diyebildiğimiz, ancak tüm taraftarların transferi imkansız olarak gördüğü bir isim şu sıralar gündemde Beşiktaş'ta. Avrupa'nın Brezilyalıları olarak tanınan Portkez'in, aktif futbol hayatını sürdüren en büyük oyuncularından biri, Ricardo Quaresma... Önünde Cristiano Ronaldo gibi bir futbol sanatçısı olmasa belki de 2000'li yıllara damga vurması muhtemel tek isim Quaresma... Sporting Lisbon'dan, Barça'ya, Porto'dan, İnter'e ve hatta kiralık olarak Chelsea'ye uzanan bir kariyer onunki. Ancak bu kadar takım içinde başarının olduğu takımlar yalnızca kendini gösterdiği Sporting ve 2.doğuşu Porto... Avrupa'nın devlerinde bir türlü dikiş tutturamasa da henüz 26 yaşında olan Süper Portekizli 3.doğuşunu neden gerçekleştirmesin ? Henüz hayal düzeyinde olan bu transfer düşüncesi çok uzakta görünse dahi, çubuklu siyah beyaz formayla, elinde terini sileceği bandıyla, İlhan Mansız tarzında arkaya düşmüş saçlarıyla, tüm İnönü'ye QUARESMA 10 formasını giydirecek bir yıldız neden Beşiktaş'ın olmasın ? Umut ediyorum ki taraftar olarak sorduğumuz bu sorular, BÜYÜK (!) başkanımız tarafından görülür ve artık 1.Sınıf bir oyuncu İnönü'de rakip olarak değil, bizden biri olarak oynar... Aç kulaklarını Başkan...BU TARAFTAR QUARESMA'yı istiyor...

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Futbolu bekleyen tehlike..


Liglerin açılış tarihi yaklaşırken, bütün takımlarda –sezonun en iyisi- olmak adına hummalı bir çalışma var. Fakat Perez’in transferleri ve bunların doğurduğu tartışmalar 2010 sezonunun tüm hazırlıklarını gölgede bıraktı bile..Yapılan bu mega transferler şüphesiz ki Real Madrid taraftarının keyfine keyif katıyor. Barcelona’nın gölgesinde tek bir kupa dahi alamadan geçen sezonun ardından bu değişim adeta Real Madrid’in yeniden doğuşu gibi.. Fakat bununla beraber, futbol sektörünü ciddi bir düşüşe sürüklediği de su götürmez bir gerçek. Bu tehlikenin gelişini ilk tahmin eden Arsene Wenger olmuştu. 1990’ların sonlarına doğru gerek transfer gerekse oyunculara ödenen ücretlerdeki yükselişin sonunda İngiliz futbolunun duvara toslayacağını söylediğinde herkesin tepkisini çekmişti. Fakat 2000’lerin ortalarında İngiliz futbolunda ciddi bir çöküş başladı. Yaklaşık olarak 1.8 milyar poundluk geliriyle dünyanın en pahalı ligi olan Premier lig son üç- dört yıldır ciddi anlamda bir oyuncu krizi yaşıyor. 2000’lere girerken yüksek transfer ücretleriyle alınan futbolcularla, yıldızlar sahnesine dönen İngiltere’ de ilk on bir de forma giyenlerin yalnızca yüzde 40’ı alt yapılardan yetişen İngilizlerden oluşuyor. Eğer durum böyle giderse İngiltere önümüzdeki 10 yıl içinde bırakın büyük turnuvalara katılmayı, bir milli takım oluşturmakta dahi zorlanmaya başlayacak.
Ada’nın bu hale gelmesinin temelinde yatan sebep ise, para.. Para futbolun en hassas noktasında yer alıyor. Bir kulübü efsane yapan da, derin bir çöküşe iten de aynı faktör. Aslında tehlikenin temelini oluşturan şey paranın da ötesinde onun kullanım şekli. Ligin ve takımların üst seviyeye ulaşması için paranın gereksinimi tartışılmaz bir konu. Fakat iş bir transfer çılgınlığına dönüştüğünde, hem kulüpler hem de futbol sektörü için tehlike çanları çalmaya başladı. İşin böyle bir boyuta sıçramasında da takım yönetimlerinin geçmişten çok farklı olması etkili elbette. Eskiden çocukluğu tribünlerde geçen, bir zamanlar taraftarı olduğu takımın bir gün sahibi olan başkanlar, yani taraftar başkanlar vardı. Onlar artık yok ve koltuklarını kar-zarar içgüdüsüyle hareket eden işadamı- başkanlara bıraktıkları günden beri futbol ruh kaybediyor. Kulüplerin tarihi ve geleceğinden öte, şimdinin getirisiyle ilgilenen “sahipler” alt yapı konusuyla boğuşup kaybedecekleri zamanı parayla; yedi- sekiz yıllığına kazanmayı tercih ediyorlar. Bu tercih ise alt yapılara ayrılan zaman ve bütçenin git gide küçülmesine sebep oluyor..Real Madrid’in de içinde bulunduğu durum , her ne kadar taraftar bir başkana sahip olsalar da, İngiliz futbolunun durumundan farklı değil. Astronomik ücretler ödediği yıldızlarıyla – en azından bir iki yıllığına- Barcelona’ nın hızını kesmek istiyor. Gerek patlattıkları transfer bombaları gerekse şaşalı imza törenleriyle Barça’yı gölgede bırakarak dream team’i yaratmış gibi görünüyorlar. Fakat sezon içerisinde işler değişecektir.. Tıpkı 1995 Şampiyonlar Ligi finalinde, yıldızlar topluluğu Milan’ın 23 yaş ortalamasına sahip Ajax karşısında boyun eğmesi gibi.. Bu zaferle birlikte, “Ajax modeli” olarak literatüre giren bu altyapıya dayalı sistem, ilerleyen yıllarda Fransa’nın ve İspanya’nın futbolda zirveye ulaşmasını sağladı. 2009’a gelindiğinde ise ismi Barcelona’nın oynadığı “uzay futbolu”na dönüşse de sistemin temeli hep aynı kaldı; genç yeteneklerin keşfi ve doğru yönlendirilmeleriyle oluşturulan dinamik takımlar.. Elbette yıldızlardan oluşan bir kadronun sunduğu futbol şöleninin tadı tartışılmaz.. Fakat transfer çılgınlığının bu noktalara gelmesi, bundan on yıl sonra Ronaldo’nun yahut Kaka’nın yerini alacak yıldızların bulunamamasına sebep olacak.. Bu da futbolun çöküşünü hazırlayacak..

3 Temmuz 2009 Cuma

KAPTAN DELGADO


Beşiktaş’ın kaptanı Matias Delgado. Beşiktaş’a imza attığında Basel Kulübü Başkanı’nın “oğlumu benden ayırdınız” diyerek arkasından gözyaşları döktüğü Delgado. 5 Milyon Euro gibi Türkiye şartları için yüksek bir bonservis bedeli ile uzun uğraşlar sonucu transfer edilen Delgado.
Geriye dönüp baktığımızda geçen 3 sezonda Delgado’nun Beşiktaş’a iki Zürih maçı dışında verdiği pek bir şey olmadığını görüyoruz. Daima sakatlıklarla boğuşan, bir türlü bekleneni veremeyerek sorunlu oyuncu profili çizen Delgado. Tangocu buna rağmen taraftarın gönlünde taht kuran isimlerden olmayı başardı. Elbette bunda Arjantinli oluşunun, ortalamanın üstünde yakışıklı oluşunun :) ve takımdaki top tekniği yüksek ender oyunculardan biri olmasının etkisi de büyüktü.
Problemsiz özel hayatı ve mütevazi kişiliği ile camianın sevgisini kazanan Delgado üç farklı hocayla çalışmasına rağmen hiçbiriyle gerçek kimliğini yakalayamadı. Basel’den tanıdığımız Delgado çok daha hareketli, skora etki eden, UEFA Kupasında gol kralı olmuş ve yıldız kavramını tam anlamıyla karşılayan bir oyuncuydu. Elbette kimse ondan bir Messi, bir Riquelme olmasını beklemiyordu. Fakat Basel’deki performansının %50’sini bile göstermesi ilerisi için umut verici olabilirdi.
Taktik, teknik, oyun yapısı gibi kavramlar bir yana, kendisini takım kaptanlığına getirip ücretini ikiye katlayarak ona olan güvenini gösteren Beşiktaş Kulübü’ne karşı acaba Delgado’da üzerine düşeni yapmış mıydı? Düzenlediği basın toplantısındaki pişkin hal ve tavırları aslında bunun cevabını veriyor bizlere. Sözleşmesine saygı gösterilmesini isteyen Delgado acaba formasını giydiği camiaya karşı en azından futbol anlamında saygı göstermiş miydi, yoksa gemisini çoktan terk mi etmişti? Takdir futbolseverlerin…
 
Futbol Bloglarini Takip Edin