28 Eylül 2009 Pazartesi

Rakip dirençli olunca...


Sezon başından beri yenilgi yüzü görmeden tarihinin en iyi açılışını yaparak altıda altı yapan Galatasaray dün Eskişehirspor önünde ilk puanını kaybetti.

Kendi evinde bir puana razı oldu..

Aslında takım son iki maçtır “iyi oyun mu yoksa skor mu “ tartışmalarının sebebi olan sinyaller veriyordu. Kasımpaşa maçı hakeme rağmen kazanılmış olsa da galibiyet son beş dakikaya sıkışmıştı. Bu hafta ise rakip; ligde yenilgi yüzü görmemiş ve direnciyle çıktığı her maçından puan almayı bilerek ligin üçüncülük koltuğunda oturan Eskişehirspor’du.


Rıza Çalımbay ligde yerini korumak için en az bir puan alması gerektiğini biliyordu. Eskişehirspor’da tam performansını sergileyemese de direnciyle puan almayı başardı.

Galatasaray’ın şimdiye kadar ligde karşılaştığı en dirençli takım Eskişehirspor oldu. Özellikle de uzun defansıyla hava toplarını engelleyince Galatasaray’ın pek de şansı kalmadı. Galatasaray’ın diğer bir sıkıntısıysa, kilidi açabilecek oyuncuların saha kenarında olmasıydı. Maçta kilidi açabilecek iki oyuncu; Elano ve Ayhan yoktu. Özellikle de sakatlığından dolayı uzun zamandır sahada yerini alamayan Ayhan’ın yokluğu takımda çok fazla hissediliyor. Bu da takımın orta sahada çok fazla pozisyon verip sıkıntı vermesine sebep oluyor.


Diğer bir beklenti de Elano’nun sahada olması yönündeydi. Transferi bu kadar olay olan bir oyuncuyu hala izleyememek taraftarı da huzursuz etmeye başladı. Özellikle de serbest vuruşlardaki ustalığı da göz önüne alındığında, dünkü maçta kilidi açabilecek oyunculardan biriydi..

Uzun zamandır konuşulan bir diğer konu da Nonda’nın yedek beklemesiydi. Sezon başından beri oyuna hep ikinci yarıda girerek skoru değiştiren isim oldu. Nonda’nın bu performansından dolayı genel kanı sezona tutuk başlayan Baros yerine onun ilk on birde başlaması yönündeydi. Fakat ben bu görüşe hiçbir zaman katılmadım. Baros aldığı topu saklayabilen hızlı bir forvet. Yüzünü kaleye dönmeyi başardığında ise attığını pek kaçırmayan bir oyuncu. Nonda’dan daha güçsüz olmasına karşın hızıyla rakip defansı yıpratıyor. Bu yüzden ilk on birde her zaman Baros’la başlamak Galatasaray’ın avantajı olur. Eskişehirspor maçı da bunu bir kez daha göstermiş oldu.

Galatasaray direnen rakibi karşısında kendi evinde bir puana razı olarak liderliği yedide yedi yapan Fenerbahçe’ye devretti. Lakin Fenerbahçe’de de sıkıntı sinyalleri başladı.


Yedinci haftanın sonunda 21 puan alınmasına rağmen taraftar oynanan futboldan memnun değil. Antalyaspor karşısında, Antalyaspor’un belki de futbol tarihinde görülmemiş bir hatası sonucu, son anda iki puanı kurtardılar. Fakat haftaya ligde yenilgi yüzü görmeyen diğer bir takım Gençlerbirliği ile karşılaşacak. Antalyaspor karşısında yapılan hatalar konusunda önlem alınmazsa Galatasaray’ın yaşadığı sıkıntıları yaşamaları muhtemel.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Frikik 'Top 10'


İngiliz The Guardian gazetesi, dünyanın gelmiş geçmiş 10 en iyi frikikçisini açıkladı...Listede tabiki tanıdık isimler de var...

1. Arthur Zico
2. David Beckham
3. Pierre Van Hooijdonk
4. Roberto Carlos
5. José Chilavert
6. Alessandro Del Piero
7. Juninho Pernambucano
8. Sinisa Mihajlovic
9. Matthew
10. Didi

11 Eylül 2009 Cuma

Bu sefer Tanrı’nın değil, senin elin değmeli Maradona…


Güney Afrika’da düzenlenecek 2010 Dünya Kupası’na sayılı aylar kala, eleme heyecanı dünyanın 6 kıtasında devam ediyor. Büyük çoğunlukla favoriler ülke vatandaşlarını şaşırtmadan adlarını bir bir finallere yazdırırken, içlerinde bizim de bulunduğumuz bazı iddialı ekiplerse hayal kırıklığına uğramış durumda. Ama bir ülke var ki, dünya kupası tarihinin olmazsa olmazı, özel takipçileri olan ve futbola damgasını vurmuş başarılar yaşamış Arjantin. Oynadığı dönemde bir futbol sanatçısı olarak Pele’yle kıyaslanır hale gelen Diego Armando Maradona’nın önderliğinde şampiyonaya hazırlanan Arjantin’de alınan kötü sonuçlar ciddi bir endişe yaratmış durumda.
Güney Amerika eleme gruplarında bulunan ve ezeli rakibi Brezilya’yla liderlik mücadelesi için yola çıkan mavi beyazlılar, geride kalan 16 maçta (toplam 18 maç oynanıyor) 5.durumda. Brezilya ve Paraguay’ın gruptan çıkmayı garantilemiş olduklarını ve 3. durumdaki Şili’nin de Tangocuların 5 puan önünde bulunduğunu göz önünde tutarsak, Messi ve arkadaşlarının tek hedefi 4.cülüğü kovalamak olacak. Bu noktada eleme gruplarının formatından da bahsetmenin doğru olacağı kanaatindeyim. Amerika kıtasının 2 ayrı grubundan biri olan Güney klasmanında ilk dörde giren takımlar Dünya kupasına direk katılma hakkını kazanırken, 5.olan takım ise Kuzey klasmanın 4.cüsüyle play-off mücadelesi veriyor. Bu tabloda, halihazırda 5.durumda bulunan Arjantin’in bir baraj maçı oynayacağı öngörülse de arkadan tehdit eden Uruguay’ın da varlığı Tangocuları bir faciaya sürükleyebilir.
Formasında şampiyonluk için verilen 2 yıldızı taşıyan Arjantin’in tarihi başarılarla dolu ama efsane Maradona’yı zor günlerin beklediği açık. Televizyon karşısında izlediğimizde Türkiye’nin katılamadığı turnuvalara alışkın olsak da Arjantin’in olmayışı bizi derinden yaralayacaktır. Messi’nin, Tevez’in, Agüero’nun bulunmadığı bir turnuvada, Ekvadorlu Valencia’yla yetinecek olma korkusu, bizi gruplardaki son 2 maçta fanatik bir Arjantin taraftarı yapmak için yeterli. Ama şeytanın avukatlığına soyunup son 2 maçta Arjantin’in istediği sonuçları alamadığını kurgularsak, bu, 1970’de Meksika’daki kupanın ardından, futbolseverlerin 2.kaybı olacak.
Dileğimiz, Tangocuların en kısa zamanda toparlanması olsa da zorlu maratonda bu pek de mümkün görünmüyor. Ama elemelerin son iki maçında Arjantin’in en azından benim gibi düşünen futbolseverler tarafından da ek olarak destek göreceği açık. Tarihler 13 Ekim 2009’u gösterdiğinde dilerim ki Arjantin Dünya Kupası biletini almış olur ve bu yazı da hayal ürünü olmaktan ibaret kalır…

8 Eylül 2009 Salı

Derbiye Doğru

Hafta sonu 2009-2010 sezonunun ilk derbisi Galatasaray ile Beşiktaş arasında oynanacak. Her iki ekip de iddialı, her ikisi de güçlü…
Sezona çok flaş bir giriş yapan Galatasaray ilk bakışta favori gibi görünse de derbi maçları kimin kazanacağını önceden kestirmek oldukça güç. Fantastik hücum hattıyla rakip defansların korkulu rüyası olan Galatasaray bakalım bu hücum etkinliğini Beşiktaş karşısında da gösterebilecek mi? Bu sezon oynadığı maçlarda nispeten daha zayıf ekiplerle karşılaşan Galatasaray için yaklaşan Avrupa Ligi maçları öncesi Beşiktaş sınavı önemli bir deneme olacak ve güçlü bir rakip karşısında kendini sınama fırsatı bulacak.
Beşiktaş cephesinde ise işler karışık. Geride kalan 4 haftada kaybedilen 6 puan sonrası siyah beyazlılar kredisini tüketmişe benziyor. Derbi maçta yaşanacak olası bir mağlubiyet Beşiktaş’ın lige daha 5. haftada havlu atması anlamına geliyor. Sakatlıklar nedeniyle kadro kurmakta güçlük çeken teknik patron Denizli sağlık ekibinden gelecek güzel haberleri bekliyor. Şüphesiz yeni transfer Tabata’da tecrübeli hocanın en büyük kozlarından biri olacak. Orta sahada maestro görevini üstlenecek olan yıldız oyuncudan tüm Beşiktaşlılar çok şey bekliyor.
İki ekibe baktığımız zaman Galatasaray’ın daha derli toplu bir takım görüntüsünde olduğunu görüyoruz. Gol için adeta çıldıran yapıda bir oyun oynuyor sarı kırmızılılar. Arda, Keita, Kewell, Baros, Nonda ve Elano’lu bir hücum hattı gerçekten inanılmaz. Fakat hücumda bu kadar etkin olan Galatasaray defansta sıkıntılı. Servet ve her ne kadar oynaması zor görünse de Gökhan Zan’ın yaptığı bireysel hatalar Galatasaraylıları tedirgin ediyor.
15 Eylül’de oynayacağı Manchester United maçı öncesi moral arayan Beşiktaş’ta bu maçta defansın önünde oynayan ikili Ernst ve Fink’e büyük iş düşecek. Etkili Galatasaray hücumcuları karşısında ilk müdahaleyi yapacak bu ikili oyunu kaderini çizecek. Ernst bildiğimiz Ernst gibi oynar, Fink’de ona biraz eşlik edebilirse Cimbom’un işi hayli zor olabilir. Galatasaray’ın aksine savunmada sıkıntı yaşamayan Beşiktaş hücumda SOS veriyor. Sistemsiz ve karmaşık bir yapıda hücum yapmaya çalışan Karakartal 4 lig maçında sadece 3 gol atabildi. Bakalım bu gol kısırlığını derbide yenebilecekler mi?
Futbolseverlere keyif veren, seyir zevki yüksek ve sadece futbolun konuştuğu bir derbi olması dileği ile.

Unutulmaz Zaferler...Beşiktaş-Barcelona...



Takvimler 19 Eylül 2000’i gösterdiğinde, siyah beyaz renklere gönül vermiş herkesin aklında şu soru vardı. Bin bir gayretle katıldığımız Şampiyonlar Ligi, ikinci maçta son mu bulacaktı acaba? Çünkü 15 gün önce San Siro’da Milan karşısında alınan 4-1’lik mağlubiyet derin bir endişe yaratmış, turnuvanın en zor gurubunda yer almak kadere isyana neden olmuştu.
On binler İnönü’yü hınca hınç doldururken üç gün önceki Fenerbahçe zaferiyle en azından teselli bulacaklarını biliyorlar ve dünyanın en büyük yıldızlarını izleyecek olmaktan ötürü heyecan duyuyorlardı. Ve sahadaydı Beşiktaş, Shorunmu, Tayfur, Nihat, Nouma, dimdik rakiplerini bekliyor ve takımın başındaki Nevio Scala alışkın olduğu ortamda bilge tavrıyla dikkat çekiyordu. Sonra Barça çıktı sahaya, her bir taraftar onları ıslıklıyor ama Overmars, Rivaldo ve Kluivert’i yanındaki arkadaşını uyararak tanıdığını da belli ediyordu.
Saatler 21.45’e geldiğinde, böyle bir ortamda başladı maç. Temkinliydi Beşiktaş, ürkek ataklar yapıyor, karşısındaki devi biraz olsun rahatsız etmeye çalışıyordu. Bu durum yaklaşık 15 dakika devam etti ve Rivaldo’nun akıl dolu vuruşunu kurtaran Nijeryalı Shorunmu her şeyin akışını değiştirdi. Bu kurtarıştan sonra, Markus Münch, Abelardo’yu, Nihat ise Sergi’yi perişan etmeye başladı. Nouma, Frank De Boer’un çevresinde kayboluyor, Tayfur, Petit’le kıran kırana mücadele veriyordu. Takımın yıldızları görevlerini yaparken, Süleyman Seba’nın gönderilme sloganlarının malzemesi olan Ahmet Dursun kendini göstermek için 37.dakikaya kadar bekledi. Dutruel boşa çıkmış, gelen ortaya Ahmet Dursun ayağını uzatmıştı. Güntekin Onay, çılgınlar gibi golü duyuruyor, İnönü bir zafere hazırlanıyordu.
Maçı televizyondan izleyen milyonlar, karşılaşma öncesi yaşadıkları korkularını aşmış, siyah beyazlı camia bir vuruşla kenetlenmişti. Dakikalar ilerledi, Ahmet Dursun bir daha salladı Katalanları, 2-0’dı sonuç. Dalga dalga gelen Beşiktaş, 3. gol için saldırıyordu ve bu golü çok geçmeden Pascal Nouma’yla buldu.
Ve Nihatsever Beşiktaş taraftarının hiçbir zaman unutmayacağı an gelmişti. Kazanılan serbest vuruşta topun başındaydı genç oyuncu, Güntekin Onay, “Barcelona karşısında 4-0’ı arıyoruz” derken herkesin tüyleri diken diken oluyor, direkten dönen topla Karakartal Nihat’ı tanımadığını belirten Barça Teknik Direktörü Ferrer’e ders veriyordu. En mutlu günüydü Siyah Beyazlı camianın, ilk ezici zaferiydi bir dünya devine karşı. Tarihler 20 Eylül’ü gösterdiğindeyse, tüm gazetelerde yer alan şu başlık gözleri bir kez daha yaşarttı. “Hayal gücü sınır tanımadı! Beşiktaş, artık bir dünya markası” …
Aradan belki yıllar geçti, Liverpool, Marsilya, Dinamo Kiev gibi takımlar da eli boş döndü İnönü’den ama hiçbiri Barcelona zaferinin yerini tutmadı. İlkti çünkü o maç, bir milattı Beşiktaş için.
Sene 2009, Karakartal bir kez daha Şampiyonlar Ligi’nde, herkes biliyor ki artık çıtanın yükselmesi lazım, tek maçlık avunmalar yerine kapsamlı başarılar gerekiyor. Beşiktaş, bunu başarabilir mi bilinmez ama tek maçlık yazıların bir şampiyonluk romanına dönüşmesi için sanıyorum biraz daha beklememiz gerekecek.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Hayatın akışına bıraktı kendini...Sven Goran Eriksson...


Sven Goran Eriksson, nam-ı değer Svennis, parlak futbolculuk geçmişi olmayan ama teknik direktörlüğüyle efsane olmuş hocalar kategorisinde çok iyi bir örnek teşkil eder. 27 yaşında yaşadığı diz sakatlığı yüzünden futbolu bırakmış olsa da zaten sergilediği performansla dünyayı sarsacak bir sağ bek olmaktan her zaman oldukça uzaktı. Ancak belki kendisi dahil kimse tahmin edemezdi, bir efsane olmak için sadece birkaç adım kaldığını.
29 yaşındaydı ve Degerfors IF takımı ona emanetti, kadroda kendisinden yaşça büyük oyunculardan öğreneceklerini tamamlamadan, üzerinde eşofmanı, kulübede sorumlu olarak bulunuyordu. Ancak genç Eriksson, futbolculuktaki hüsranı bu sefer yaşamak istemiyor ve hırsla çalışmalarına devam ediyordu. Çok değil, aradan 1 yıl geçti ve Svennis kendini ispatlayarak İsveç’in o dönem en büyük takımı olan Göteborg’a gitti. İlginç olaylar burada da peşini bırakmadı genç teknik adamın. Sanki hayat 3 yılda şampiyonluk yaşamadığı halde onu kazanmaya çalışıyordu ve bu sefer ki adres Portekiz’di, Benfica kulübü sürpriz ve taraftarlarından tepki çekecek bir kararla onu Estadio Luz’a getirmişti. Avrupa’nın kuzeyinden gelen bu soğuk adam çabuk ısındı Portekiz’e ve art arda kazanılan 2 şampiyonluk Lizbon’da yüzleri güldürdü. Bu başarılar ona Serie A kapılarını ardına kadar açsa da, 5 yıl kaldığı İtalya’da (Genoa ve Fiorentina’da çalıştı), hep Lizbon’u özledi. Takvimler 1989’u gösterirken, ikinci evinde, Benfica’daydı tekrar. Daha önce oynadığı filmde bir kez daha rol alan Eriksson, aynı mutlu sonla yani 2 şampiyonlukla hem CVsini hem cebini dolduruyordu. 92 baharında, Serie A’da ona hala inanan birileri vardı ve Sampdoria reddedemeyeceği bir teklifle çaldı İsveçlinin kapısını. Bu sefer olacaktı, İtalya onun için bir alışveriş merkezi olarak kalmamalıydı ve azmin diğer adı olan Svennis, bunu da başardı. Devlerin arasında İtalya kupasını müzesine götüren Sampdoria, ünlenirken, Eriksson yine başroldeydi. Hayat onun istediği gibi ilerliyordu ama kazanılan 4 Portekiz şampiyonluğu zamanla eskimeye başlamıştı. İtalya’da kalmak onun için en iyisiydi ve İngiltere’den gelen teklifleri reddeden Eriksson, başkentin yolunu tutarak Lazio’ya, bir teknik direktör olarak tutunabilmenin en zor olduğu takıma gelmişti. Ancak bu sefer her şey rüya gibiydi, taktığı buz mavisi kravat onu 40 yıllık Laziolu gibi gösteriyor, gözlerinin mavisi Veron, Nesta, Nedved gibi yıldızlara aidiyet duygusunu aşılıyordu. Kadrosuna Stankovic, Salas ve Mancini’yi de katan Eriksson, Viyana filarmoni orkestrası gibi izleyenleri mest eden bir takım yaratarak, İtalya Kupası, İtalya Süper Kupası(2), UEFA kupası ve Kupa Galipleri Kupasını topladı 3 senede. Artık bir hedef vardı ulaşılmadık, o da Serie A’da İnter, Milan ve Juventus’u geride bırakarak zafer yaşamak ve dünyada zirveye çıkmak. 2000 yılında bunu da başardığında kimse şaşırmamıştı ama İsveç’in gururu artık gözünü daha büyük yerlere dikmişti. Yıllık 5.5 milyon Poundluk tarihi teklif onu yıllar önce gitmediği İngiltere’ye, hem de kulüpler üstü bir düzeye milli takıma getirmişti. Wembley sakinleri ayakta alkışlayacakları yeni liderlerini bulmuştu ama işler umulduğu gibi gitmedi hiçbir zaman Ada’da. Lampard, Owen, Heskey, Gerrard’lı kadroyla oynanan kötü futbol, dünya kupalarında çeyrek finalden geri dönüşler, gazetelerde atılan ‘idiot’ başlıklarıyla son buldu ve Eriksson, renklerin buluştuğu başka bir yuva buldu kendine. Manchester City. Mavi gözlü dev, Manchester’da buz mavisi kravatını yine taktı ama bu sefer düzen tersine işliyordu. İngiltere seferi bitmeliydi artık ve zor görevlerin adamı Güney Amerika’daydı. Mexica’da her şeyi denedi ama Cardozo ve Giovani Dos Santos da onun başarılı olmasını sağlayamadı. 13 maçta alınan 6 mağlubiyet bu görevi de sonlandırdı ve Eriksson artık pes etmişti. Yeni başlangıca soyundu Svennis ve Trabzonspor görüşmesiyle sinyallerini verdiği takım arayışları, dünyanın en eski futbol takımı olarak bilinen Notts County’de son buldu. Şu sıralarda, 4.ligde bulunan Notts County’nin futbol direktörü olan bu dev adam bir kez daha TV yayınlarında karşımıza çıkmasa da biz onu hep elindeki kupalarla hatırlamaya devam edeceğiz…

2 Eylül 2009 Çarşamba

Tabata Basına El Salla

Transfer sezonunun bitmesiyle birlikte malzeme sıkıntısı yaşayan Türk basını kafayı Tabata’ya takmış durumda. Anlaşılan iyi oyuncuların iyi paraya alınabileceğini halen anlamakta zorluk çekiyorlar. 2’şer Milyon Euro’ya alınan Higuain’lerin, Schindenfeld’lerin Beşiktaş’a ne verdikleri ya da vermedikleri ortada. İyi oyuncu pahalıdır. Bu iki kere iki dört kadar nettir. Neymiş efendim Gaziantepspor Tabata’yı maliyetinin 10 misline Beşiktaş’a vermiş. Sanki bu ilk kez yaşanan bir olay. Futbolda bu durum yıllardır böyle. Örneklendirmek gerekirse Galatasarayın 100.000 Euro’sunu ödemediği için elinden kaçırdığı Ribery için 60-70 Milyon Euro’lardan bahsediliyor. Beşiktaş Carew’i %100 kar ile satmadı mı? Boro Tuncay’ı 1 sezon önce bonservissiz kadrosuna katıp bu sezon başı Stoke City’ye 5 Milyon Pound’a satmadı mı? Nedir bu basının yapmak istediği. Herkes muhasebeciliğe soyunmuş, herkes Beşiktaş’ın giderlerini sorguluyor. Del Bosque’ye ödenen tazminat halen konuşuluyor. Niçin hiçbir basın kuruluşu Aragones’e ödenen rakamı tam anlamıyla konuşmuyor. Josico, Maldonado gibi oyuncuların Fenerbahçe’ye uğrattığı zararın boyutu nedir? Transferi asrın olayına dönüşen Mehmet Topuz nerelerdedir, Özer Hurmacı’dan haber alabilen var mıdır?
Pierre Van Hooijdonk bir basın toplantısı sırasında sözlerine şöyle başlamıştı. “Quality Turkish Media”. O’nun ne demek istediğini şimdi daha iyi anlıyorum.

1 Eylül 2009 Salı


Galatasaray ve Fenerbahçe uzun zaman sonra, en iyi sezon açılışlarından birini yaşıyorlar. İlk dört maçı da firesiz geçerek on ikişer puana ulaştılar.

Fakat ikisi de geçtiğimiz haftaya kötü bir giriş yaptı.


Hem Avrupa hem de lig maçları ile seyircinin beklentisini her maç yükselten bu iki takım, dördüncü haftada tam bir hayal kırıklığı yaşattı.


Elbette her maç aynı performansın beklenmesi hata olur. Fakat bu iki takımın son maçlarındaki görüntüsü bu sezondan çok geçtiğimiz sezona ait gibiydi. Yorgun, isteksiz, rakipten korkan bir oyun sergilediler.

özellikle Galatasaray sezon başından beri en kötü maçını dün akşam Yenikent Asaş Stadında sergiledi. Maçın ilk 60 dakikası rakibi zorlayan, pas yapan taraf Ankaraspor’ du.


Oysa ki Galatasaray seyircisinin maçtan önce beklediği keyifli futbol ve farklı bir skordu. Ama maçın ilk yarısında buna yakın olan taraf ev sahibiydi. Hatta ilk 45 dakika girdiği pozisyonlardan birini gole çevirebilmiş olsa şu an çok farklı bir skoru da konuşuyor olabilirdik. çünkü Galatasaray dünkü performansıyla -olası bir golden sonra- rakibi karşısında maçı çeviremeyeceği gibi, bütün oyun disiplinini kaybedip daha çok pozisyon fırsatı verebilecek bir görüntüdeydi.

Bunun adına yorgunluk denilebilir..

Benim şahsi görüşümse -en azından sebeplerden birisi- Arda, Keita ve Elano üçlüsünün hemen ardındaki Ayhan’ın yokluğunda Mehmet Topal’ın savunmadan ileriye bir türlü çıkamamasıydı. Bu durum öndeki dörtlü ile arkadaki altılı arasında önemli boşlukların oluşmasına sebep oldu. Sonuçta bu boşluktan Ankaraspor çok fazla fırsat yakaladı ama bir türlü gole çevirecek beceriyi gösteremedi.

Galatasaray’ın bu kötü performansı sayesinde, dokuz maçtır kendisine pek iş düşmediğinde hakkında herhangi bir fikre sahip olamadığımız Leo Franco hakkında da az çok bir fikre sahip olduk. Birkaç sezondur kaleci konusunda şansı gülmeyen Galatasaray bu sefer tecrübelerine güvenebileceği kaleciyi bulmuş gibi. Dün gece çıkardığı iki topta da Arjantinli taraftara güven verdi.

Galatasaray dün gece, sezonun en kötü futbolunu sergilerken diğer yandan da kulübesiyle maç çevirebileceğini gözler önüne serdi. Maça sonradan giren üç oyuncu; Aydın, Nonda ve Kewell maçın kaderini değiştirdiler. özellikle de Kewell, 90 dakika oynamasa bile bir takımda yer alması kesinlikle büyük bir avantaj. . Gerek futbol zekası gerek yeteneği ile taraftarın “sihirbaz” yakıştırmasını sonuna kadar hak eden bir futbolcu. Her daim on birde yer almasa bile, her daim kulübede hazır beklemesi ve sırası geldiğinde en iyi performansını sergileyerek takıma kattığı değerle, takımdaki diğer oyunculara önemli bir ders veriyor. Umarım diğer oyuncular da bu adamdan birkaç şey öğrenirler..

 
Futbol Bloglarini Takip Edin