29 Mart 2012 Perşembe

Brezilya, statlarda bira satış yasağını kaldıracak mı?

2014 Dünya Kupası finallerine evsahipliği yapacak olan Brezilya'da FIFA'yla yaşanan ''statlarda alkol satışı''na ilişkin krizin çözümü yolunda önemli bir adım atıldı. FIFA, Brezilya'daki statlarda alkol ürünleri satışı yasağının kaldırılmasını istiyor.

Kongre alt komisyonunda kabul edilerek genel kurula sevkedilen önlemler arasında öğrencilere yarı fiyata maç bileti satışının da sınırlandırılması var. FIFA, Dünya Kupası'nın bazı özel kuralları olması gerektiğini savunurken, önlemlerin karşıtları FIFA'nın Brezilya'nın iç meseleleri konusunda söz sahibi olmak istediğini savunuyor.
Ülkenin sağlık bakanı ise alkol yasağı satışının kalmasından yana. Bira üreticisi Budweiser FIFA'nın büyük sponsorlarından.
FIFA Genel Sekreteri Jerome Walcke ocak ayında Brezilya'ya gerçekleştirdiği bir ziyaret sırasında ''Alkollü içecekler dünya kupalarının bir parçası dolayısıyla bu turnuvada da olacaklar. Eğer söylediklerim kulağa biraz küstahça geliyorsa kusura bakmayın, ama bu konu müzakereye açık değil'' dedi.
Alkollü içeceklerin statlarda satışı 2003 yılında rakip takım taraftarları arasındaki şiddet olaylarını önlemek amacıyla yasaklanmıştı.
BBC'nin Güney Amerika muhabiri önlemlerin bu şiddetin azaltılmasında çok düşük rol oynadığını söylüyor.
Sporda şiddetin çoğunlukla rakip takım taraftarları arasında yaşandığına, milli takımları destekleyenlerin çoğunun varlıklı kesimlerle kadın ve aileler olduğuna da dikkat çekiyor.
Sağlık Bakanı Alexandre Padilha Kongre'ye yasağın devamı yönünde tavır alması çağrısında bulundu.

Kaynak: BBC Türkçe

10 Mart 2012 Cumartesi

Futbol : dünden bugüne kendimce bir analiz…


Uzun yıllar önce lise sıralarında derste vakit geçirmek için İngiltere, İtalya liglerindeki oyuncu ve teknik direktörlerin isimlerinden adam asmaca oynardım. O zamanlar Avrupa liglerine duyduğum heyecan bir türlü dinmezdi. Ne internet ne de menejerlik oyunları vardı hayatımızda. Gazetelerden ve dergilerden hayranı olduğum futbolcuları takip eder, televizyonda yayınlanan “Avrupa’dan futbol” isimli programı ağzım açık izlerdim. Bir aile büyüğümüzün yurtdışından gelirken getirdiği Liverpool atkısı o günlerin anısına hala başucumda asılıdır.

Zaman çok değişti. Artık futbol Avrupa’da sponsorların desteği altında çok daha büyük çaplı organizasyonlar altında oynanıyor. Öyle ki Şampiyonlar Ligi isimli büyük turnuva, neredeyse popülerlikte Dünya Kupası’nı gölgede bıraktı. Uğrunda büyük paralar harcanan futbol yıldızlarını kulüp takımları düzeyinde üst düzey olarak izlemek mümkün. Fakat ne yazık ki bu durumun da ortaya çıkardığı yeni bir kavram var: “ popülist futbol düzeni” . Bu durumdan , açık konuşmam gerekirse, hiç keyif almıyorum. Özellikle ülkemizde, hatta çok uzağa gitmeyeyim- yakın çevremde pek çok arkadaşım, Avrupa futbolunu başta El Clásico olmak üzere Liverpool – Manchester United, Chelsea- Arsenal, Juventus – Milan gibi maçlardan ibaret görüyor. Almanya’da Şampiyonluğu yakından etkileyecek son derece önemli maçta Bayern Münih - Schalke 04 maçını umursayan yok. Çünkü “popülist futbol düzeni” TRT’nin sahip çıktığı Bundesliga’nın disiplin, taktik, sabır temelli görsellikten uzak maçlarını ikinci plana itiyor. 

2006 Dünya Kupası için statlarını baştan aşağı yenilen Almanlar bu revizyonun maliyetini sponsor firmalar aracılığıyla karşıladılar. Yıllardır hayranı olduğum Westfallen Stadı artık Signal Iduna Park olarak Dortmund’a evsahipliği yapıyor. Stuttgart artık Mercedes-Benz Arena’da oynuyor. Frankfurt ise Kommerzbank Arena’da taraftarıyla buluşuyor. Bayern Münih, Schalke 04 için yazmaya gerek duymuyorum bile.. Yayınlanan Bundesliga maçları sayesinde hem bu stadların ambiansını hissetme şansım oluyor hem de futbolda kişisel anlamda öncelik verdiğim taktik ve sabır öğelerini fazlasıyla barındıran Alman takımlarını izlemek hafta sonları benim için büyük bir keyfe dönüşüyor. 

Bu ilk yazımdı. Okuduğunuz zaman bir konu bütünlüğü hissetmediyseniz eğer, gönül kaleminiz ile üzerini çiziniz lütfen. Yeni yazılar paylaştıkça açılacağıma ve düşüncelerimi daha etkili paylaşacağıma olan inancım tam. Herkese sevgiler….

9 Mart 2012 Cuma

Quaresma Kadro Dışı Bırakıldı...

Beşiktaş'ın Portekizli yıldız futbolcusu Ricardo Quaresma, süresiz olarak kadro dışı bırakıldı.

Portekizli oyuncu, 11 Mart Pazar günü oynanacak Orduspor ve 15 Mart Perşembe günü yapılacak Atletico Madrid maçlarında forma giymeyecek. Quaresma'nın sahalara ne zaman döneceği veya affedilip affedilmeyeceği henüz bilinmiyor.

6 Mart 2012 Salı

Beşiktaş, Atletico'yu Eleyebilir mi ?


Tarihler 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü gösterdiğinde, kadın erkek hepimiz ekran başında olacağız, Avrupa Kupaları'nda yoluna devam eden tek temsilcimiz Beşiktaş için.

Süper Toto Süper Lig'de lider Galatasaray'ın tam 17 puan gerisinde kalması, son maçlarda Trabzonspor ve Galatasaray'a karşı aldığı yenilgiler, kulüpte başkan olmaması, tüm yıldızlarının sezon sonunda satışa çıkarılacağının kesin olması gibi bir çok negatif unsur var Beşiktaş'ın üzerinde bu maç öncesi. Peki rakipte her şey dört dörtlük mü ?

Tabii ki hayır. Manzano'nun görevine son verildikten sonra Simeone'nin takımın başına getirilmesiyle Vicente Calderon'un sakinleri biraz daha heyecan duyar oldu. Ancak takıma kazandırılan agrasiflik dışında skora yansıyan çok da artılar olmadığını hep birlikte gözlemleyebiliriz. İstatistiklere bakacak olursak, Atletico Madrid'in de Beşiktaş'a benzer şekilde son 5 maçtır galip gelemediğini ( 1 maglubiyet 4 beraberlik )ve onlar için de umudun Avrupa Ligi'nde olduğunu fark etmek için alim olmaya gerek yok.

Peki gelelim kritik soruya.. Beşiktaş bu maçların galibi olarak bir üst tura çıkabilir mi ? İşte bu noktada şapkamızı önümüze alıp öz eleştiri yapmak durumundayız diye düşünüyorum. Her ne kadar Carlos Carvalhal taraftarlarca kabul görmüş olsa da Trabzonspor ve Galatasaray maçlarındaki futbol tablosu hiç de iç açıcı değildi. Ancak, buna hemen olumlu bir done ile de karşılık vermek mümkün çünkü Beşiktaş'ın Avrupa macerasında çok daha farklı oynadığını hepimiz gördük. Özellikle muhteşem Stoke City maçı (2-1 kaybedilen ) ve Braga'daki ilk maç bizi finale giden yolda oldukça heyecanlandırdı.

Ama, Atletico Madrid, Stoke City ve Braga gibi mi ? Bu konuda soru işaretleri çok fazla. Braga'nın Madrid ekibinden çok daha etkili ve tehlikeli olduğunu bize gösteren bir çok unsur olsa da (Alan, Lima ve takım ruhunun yüksek olması gibi ) , Atletico Madrid'in kurum kültürünün çok kuvvetli olduğu da bir gerçek ve Madrid ekibi de bu tur için her şeyini kesinlikle verecektir.

Sonuç olarak, sorumuzun yanıtını tam olarak bulmuş sayılmayız ama Avrupa Ligi'nde farklı oynayan bir Beşiktaş'ın şanslı olabileceğini düşünürsek, Atletico Madrid'in de beceri olarak yoksun günlerinden birine denk geleceğini umut ederek, siyah beyazlı futbolcuların Kadınlar Günü'nde eşlerine güzel bir galibiyet sunmalarını ve taraftar olarak İnönü'deki maça rahat gitmemizi sağlamalarını dileyebiliriz.

MUHTEŞEM YAŞLI BAYAN GOODISON PARK


Düşler Tiyatrosu Old Trafford, Katalan Mabedi Camp Nou, Kraliyet Sarayı Santiago Bernabeu, Arap Harikası Emirates ve diğerleri… Dünya futboluna damga vurmuş devlerin, maçlarını oynadıkları, görsel güzellikleri futbolseverlere yansıttıkları özel mekanlar… Birer mimari harikası, çok özellikli, bol taraftarlı, gürültülü ve görkemli yapılar… Ancak gençlik yıllarını Championship Manager çılgınlığıyla geçirmiş bizler için çok daha fazlası var. Upton Park’ta West Ham’ı çılgınca desteklemek, Anfield’da You’ll Never Walk Alone’u hep bir ağızdan haykırmak ve Westfalen’de 80.000 Dortmund’lu arasında uçuk sarıya bürünmek gibi… Ve hepsinden özel bir stadyum var ki, o İngiltere’nin (bazı rivayetlere göre dünyanın) göz bebeği, adanın ‘Muhteşem Yaşlı Bayanı’, Liverpool şehrini bir derbi cennetine dönüştüren, Everton’ın maçlarını oynadığı Goodison Park…

Kuruluş yıllarında maçlarını Anfield Road’da (ki o zamanlar tribünü dahi olmayan açık bir saha olan Anfield) oynayan Everton’ın iç çekişmeler nedeniyle kiralamak zorunda kaldığı bu stat, dönemin kongre üyesi Dr. James Baxter’ın yalnızca 1000 poundluk bağışıyla Mavilerin oldu. Ancak, 1800’lü yılların sonlarına gelen bu dönemde, futbol yerine daha çok atletizm ve konserler rağbet görüyordu İngiltere’nin ilk resmi stadyumunda. Ve Goodison Park bir eylül akşamında, ilk resmi maçla hizmete girdi. Bu maçta ev sahibi Everton, dostluk maçında Bolton Wanderers’ı konuk edecek ve sahadan 4-2’lik skorla ayrılacaktı. Ancak Maviler için ilk ciddi randevu Bolton’dan yalnızca 1 gün sonra ligde karşılaşacakları Nottingham Forest’la olanıydı ve takvimler 3 Eylül 1892’yi gösterirken, Everton sahadan 2-2’lik beraberlikle ayrıldı. (maçla ilgili bir dipnot da halen taraftarların içini burkan ilk golün Forest’lı Horace Pike’ten gelmesi oldu.)

İşçilerin şehrinde zaman ilerledikçe büyük maçlara ev sahipliği yaptı Goodison Park ve tabi birçok ilklere de imza attı Adada. Her 10 yılda bir tribünlere yeni katların eklenmesi, savaş yıllarında inşa edilen yer altı sığınakları, 66 Dünya Kupası’nda ilk kez alttan ısıtmalı koltukların hizmete girmesi gibi özellikler her zaman fark yarattı. Bunların hepsi bir yana gelenekçi İngilizler için en önemli fark, dönemin hükümdarı (1913) V.George’ın (ki bu dünya üzerinde bir kralın ilk stadyum ziyaretidir) Goodison Park’ı şereflendirmesi oldu.
Stadın Evertonlulara has özellikleri de var tabi. 1985 yılında Bayern Münih önünde 1-0 yenikken, 3 dakika içinde atılan 3 gol (Bayern’in kaderi bu sanırım) Kupa Galipleri Kupası’nda mavilere final kapısını açtı ve bizleri de FIFA oyunlarının ünlü ismi Andy Gray’le tanıştırdı. Bu karşılaşmanın ardından Almanlar büyülendikleri düşüncesine kapılsalar da, tek etki stadyumdaki müthiş atmosferdi.

Şimdilerde Everton Premier Lig standartlarına göre hep mütevazı kadrolar kuruyor olsa da, Goodison Park sakinleri, Tim Cahill ve Leon Osman’ı izlemekten, Wayne Rooney gibi yıldızlarıyla gururlanmaktan oldukça memnun gibiler. Belki bir kez daha Avrupa’da kupa kazanamayacak ya da lig şampiyonluğu yaşayamayacaklar ama, Liverpool’un en eski takımını tutuyor olmak ve dünyanın ilk stadında maç izlemek her zaman özel olacak onlar için…
 
Futbol Bloglarini Takip Edin