Liglerin açılış tarihi yaklaşırken, bütün takımlarda –sezonun en iyisi- olmak adına hummalı bir çalışma var. Fakat Perez’in transferleri ve bunların doğurduğu tartışmalar 2010 sezonunun tüm hazırlıklarını gölgede bıraktı bile..Yapılan bu mega transferler şüphesiz ki Real Madrid taraftarının keyfine keyif katıyor. Barcelona’nın gölgesinde tek bir kupa dahi alamadan geçen sezonun ardından bu değişim adeta Real Madrid’in yeniden doğuşu gibi.. Fakat bununla beraber, futbol sektörünü ciddi bir düşüşe sürüklediği de su götürmez bir gerçek. Bu tehlikenin gelişini ilk tahmin eden Arsene Wenger olmuştu. 1990’ların sonlarına doğru gerek transfer gerekse oyunculara ödenen ücretlerdeki yükselişin sonunda İngiliz futbolunun duvara toslayacağını söylediğinde herkesin tepkisini çekmişti. Fakat 2000’lerin ortalarında İngiliz futbolunda ciddi bir çöküş başladı. Yaklaşık olarak 1.8 milyar poundluk geliriyle dünyanın en pahalı ligi olan Premier lig son üç- dört yıldır ciddi anlamda bir oyuncu krizi yaşıyor. 2000’lere girerken yüksek transfer ücretleriyle alınan futbolcularla, yıldızlar sahnesine dönen İngiltere’ de ilk on bir de forma giyenlerin yalnızca yüzde 40’ı alt yapılardan yetişen İngilizlerden oluşuyor. Eğer durum böyle giderse İngiltere önümüzdeki 10 yıl içinde bırakın büyük turnuvalara katılmayı, bir milli takım oluşturmakta dahi zorlanmaya başlayacak.
Ada’nın bu hale gelmesinin temelinde yatan sebep ise, para.. Para futbolun en hassas noktasında yer alıyor. Bir kulübü efsane yapan da, derin bir çöküşe iten de aynı faktör. Aslında tehlikenin temelini oluşturan şey paranın da ötesinde onun kullanım şekli. Ligin ve takımların üst seviyeye ulaşması için paranın gereksinimi tartışılmaz bir konu. Fakat iş bir transfer çılgınlığına dönüştüğünde, hem kulüpler hem de futbol sektörü için tehlike çanları çalmaya başladı. İşin böyle bir boyuta sıçramasında da takım yönetimlerinin geçmişten çok farklı olması etkili elbette. Eskiden çocukluğu tribünlerde geçen, bir zamanlar taraftarı olduğu takımın bir gün sahibi olan başkanlar, yani taraftar başkanlar vardı. Onlar artık yok ve koltuklarını kar-zarar içgüdüsüyle hareket eden işadamı- başkanlara bıraktıkları günden beri futbol ruh kaybediyor. Kulüplerin tarihi ve geleceğinden öte, şimdinin getirisiyle ilgilenen “sahipler” alt yapı konusuyla boğuşup kaybedecekleri zamanı parayla; yedi- sekiz yıllığına kazanmayı tercih ediyorlar. Bu tercih ise alt yapılara ayrılan zaman ve bütçenin git gide küçülmesine sebep oluyor..Real Madrid’in de içinde bulunduğu durum , her ne kadar taraftar bir başkana sahip olsalar da, İngiliz futbolunun durumundan farklı değil. Astronomik ücretler ödediği yıldızlarıyla – en azından bir iki yıllığına- Barcelona’ nın hızını kesmek istiyor. Gerek patlattıkları transfer bombaları gerekse şaşalı imza törenleriyle Barça’yı gölgede bırakarak dream team’i yaratmış gibi görünüyorlar. Fakat sezon içerisinde işler değişecektir.. Tıpkı 1995 Şampiyonlar Ligi finalinde, yıldızlar topluluğu Milan’ın 23 yaş ortalamasına sahip Ajax karşısında boyun eğmesi gibi.. Bu zaferle birlikte, “Ajax modeli” olarak literatüre giren bu altyapıya dayalı sistem, ilerleyen yıllarda Fransa’nın ve İspanya’nın futbolda zirveye ulaşmasını sağladı. 2009’a gelindiğinde ise ismi Barcelona’nın oynadığı “uzay futbolu”na dönüşse de sistemin temeli hep aynı kaldı; genç yeteneklerin keşfi ve doğru yönlendirilmeleriyle oluşturulan dinamik takımlar.. Elbette yıldızlardan oluşan bir kadronun sunduğu futbol şöleninin tadı tartışılmaz.. Fakat transfer çılgınlığının bu noktalara gelmesi, bundan on yıl sonra Ronaldo’nun yahut Kaka’nın yerini alacak yıldızların bulunamamasına sebep olacak.. Bu da futbolun çöküşünü hazırlayacak..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder