27 Haziran 2009 Cumartesi

İtalyanlarla ne kadar benziyoruz ?


Her Türk vatandaşının dilindedir, "İtalyanlar aynı bizim gibi..Hiçbir farkımız yok :)" sözleri. Evet birçok konuda benziyoruz doğru, sokaklara atılan çöpler, yolda tüküren insanlar ve bol küfürlü konuşmalar...Ancak, iş futbola geldi mi durum biraz değişiyor. Klişeleşmiş, İtalyan-Türk futbolu kıyaslamasından bahsetmiyorum, daha iyi defans yapıyor olabilirler, kulüpleri daha köklü olabilir ancak bu ateşli ve çekişmeli ortamda sanki bir üstünlükleri de töleranslı oluşları...Aziz Yıldırım'ın Adnan Polat'la yaptığı konuşmayı hatırlatmak isterim, her istediği oyuncağı aldıran küçük çocuk edasında önüne çıkan takımlara para teklif eden Aziz Yıldırım, geçtiğimiz günlerde son derece mütevazı!!! bir tavırla, " Arda için 15 ya da 20 milyon Euro veririm!!!" gibi bir teklifle gitti Polat Başkan'a. Ardından konuyla ilgili cevap Haldun Üstünel'den geldi..."Arda, Galatasaray ruhudur, bu ruh kesinlikle SATILMAZ!!" ... Arda çok büyük bir futbolcudur sonuna kadar katılıyorum, ancak takım RUH'u denilen şey, tek bir oyuncuya bağlanabilir mi ?
Diyeceksiniz ki, İtalya'daki tölerans ortamıyla Arda arasında ne ilişki var...Flippo İnzaghi, Hernan Crespo, Seedorf, Nesta, İbrahimoviç ve şu anda hatırlayamadığım onlarca futbolcu, takımlarının ruhu değillermiydi de ezeli rakiplerine transfer oldular rekor ücretlerle ??? Bu sorunun cevabıdır işte Arda'nın takım değiştirme özgürlüğüne sahip olması için yeterli olan.. Bir Beşiktaşlı olarak Arda'yı kesinlikle Fenerbahçe'de görmek istemem, bahsettiğim sadece özgürlük!!! Çünkü takım içinde kaptanlığa dahi layık görülmeyen bir oyuncu, koca camianın RUHu olamaz!! Ruh dediğimiz, Maldini'dir, Puyol'dur, Gerard'dır, Raul'dur...Bu isimlerin ardından Arda neden Galatasaray gibi köklü bir kulübün ruhu olamaz sanırım açıklamama gerek kalmadı... Toparlayacak olursak,sadece yetenekli olduğu için tüm takımın kimliğini barındıramayacak bir oyuncu, hak ettiği ücreti bulduğu takdirde başka bir kulübe gidebilmelidir... Bu kulüp Fenerbahçe dahi olsa... :) ancak bu noktada önemli olan camia ve taraftar töleranslarıdır..İnzaghi, Hernan Crespo, Seedorf, Nesta ve İbrahimoviç transferlerini hatırlatarak şimdi soruyorum... Futbol yapısıyla ilgili İtalyanlara ne kadar benziyoruz ???

25 Haziran 2009 Perşembe

Aziz Yıldırım'ı Anlamak


Geçtiğimiz sezonun başında Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın gündeme getirdiği bir konu vardı. Yabancı oyuncu kontenjanı… Yıldırım, ısrarla yabancı oyuncu sınırlandırmasının kaldırılmasını, en azından sayının artırılmasını istiyordu. Bu isteğe o dönem diğer 17 kulübün hemen hepsi karşı çıkarak böyle bir uygulamanın Türk futboluna darbe indireceğini savunuyordu. Acaba tek korkuları gerçekten Türk futbolunun göreceği zarar mıydı?
Yıldırım’ın ısrarla vurgulamaya çalıştığı bu husus ile bugün karşı karşıyayız. Sınırlamanın kaldırılması halinde yerli futbolcular için istenen yüksek bonservis bedellerinin artık tarih olacağını ve daha kaliteli yabancı oyuncu transferi yapabileceklerini ifade etmişti. Bugün gelinen noktada haksız olmadığını görüyoruz. Anadolu kulüpleri, kalburüstü bir oyuncu için kapıyı çift haneli milyon Euro’lardan açıyor. Ronaldinho’nun geçtiğimiz sezon Barça’dan Milan’a 25 Milyon Euro’ya transfer olduğunu göz önüne getirdiğimizde bugün Mehmet Topuz için ödenen 10-12 Milyon Euro’luk bonservis bedeli durumu gözler önüne seriyor.Elbette oyuncu satışı Anadolu kulüpleri için önemli bir gelir kaynağı. Fakat dünya ekonomisinin can çekiştiği şu günlerde zaten borç batağındaki İstanbul kulüplerinden bu rakamları istemek biraz acımasızlık olmuyor mu?

23 Haziran 2009 Salı

Real'in Yeni Prensleri..


Geçtiğimiz sezonun ara transfer dönemine damgasını vuran olay, şüphesiz ki Manchester City şeyhinin Kaka için yaptığı 150 milyonluk transfer teklifiydi. Kaka’nın içinde kalan Real Madrid sevdasını bilen herkes bu transferin gerçekleşmeyeceğini zaten adı gibi biliyordu.

Fakat bu transfer haberini gündeme taşıyan asıl mevzu da, Kaka’nın hangi formayı giyeceğinden öte, o formanın karşılığı olarak sunulan paraydı. Futbol oteritelerinin ortak fikri; bu tarz tekliflerin hassas dengelerle oynayarak futbolun gerilemesine sebep olacağı yönündeydi. Tabii bu dönem Manc’nin tek hedefi Kaka değildi. David Villa’dan, Buffon’a kadar bir çok yıldıza 100 milyon euro’yu aşan tekliflerle gök mavisi forma sunuldu. Lakin gerek Manchester City’nin son yıllardaki form grafiği gerekse takım sahibine duyulan antipati futbolun seyir zevkini -öyle ya da böyle- korumayı başardı. Sezonun kalan yarısında Kaka rossonerilerin gözünde takımı uğruna 150 milyon euroyu reddeden kahraman ilan edildi. Fakat Kaka’nın böylesine büyük bir teklifi reddetmesinin sebebi kırmızı siyahlara duyduğu bağlılıktan öte, beyaz şimşeklerle olan aşkıydı..
Futbolda dengeler bir kez daha tehdit altında, hem de bu seferki tehlike bir çok oyuncunun reddedemeyeceği güçte. Transfer sezonun açılmasıyla yaptığı transferlerle bütün dikkatleri üzerine çeken Real Madrid yepyeni bir tartışmanın başlamasına sebep oldu. Buna en net tepkiyi de Uefa başkanı Michel Platini verdi. 64 milyon euroluk Kaka transferiyle açılan perdenin, 94 milyonluk Ronaldo teklifiyle devam etmesi ve listedeki yıldız isimlerin git gide uzaması sonucunda futboldaki rekabet dengelerinin ciddi şekilde bozulacağı aşikar. Ama rekabetin asıl kızışacağı yer şüphesiz ki Real Madrid’in yıldızlar kadrosu..
Cristiano Ronaldo ile Kaka’yı aynı kadroda buluşturmak -en azından şimdilik- büyük bir başarı gibi görünse de iki oyuncunun karakterleri göz önüne alındığında Real Madrid’i tansiyonu yüksek günler bekliyor. Her ne kadar özel hayatlarında zıt karakterde olsalar da, ikisinin de yeşil sahadaki hedefi aynı; "takımın yıldızı olmak"..
Zaten Kaka ile Milan’ın yollarının ayrılmasının temelinde yatan hırs da buydu.. Geçtiğimiz sezon Milan’ın Ronaldinho transferinde verdiği “Ronaldinho çok iyi bir oyuncu ama ikimizin aynı takımda oynaması imkansız, böylesine iki yıldıza aynı anda forma giydirmek milan için negatif etki yaratır, Ronaldinho Milan için doğru oyuncu değil..’’ tepkisi Kaka’nın Milan’dan ayrılma sinyallerini vermişti.. Geçen senenin satır aralarında kalan bu açıklama aslında gelecek sezonun da nasıl geçeceğini gösterir gibi.. Kaka her ne kadar açıkça dile getirmese de, giydiği formanın altında rakip istemiyor. Karşısında ise, imalarla uğraşmadan açıkça “ben dünyanın en iyisiyim” diyen bir Cristiano Ronaldo..
Aslında Real Madrid’in Fifa tarafından “20.yüzyılın en iyi takımı” seçildiği dönemde de farklı bir kadrosu yoktu. Farklı olansa o dönemin yıldızlarının takım oyununa duydukları sadakatti. 2002’de Real Madrid’in adı bütün yıldızlarının üstündeyken, - geçtiğimiz sezondan beri- şimdi Cristiano Ronaldo’nun adı 107 yıllık bir efsanenin önüne geçmiş durumda. Transfer sezonu da sadece Ronaldo ve Kaka ikilsiyle kapanmayacak elbette.. Daha şimdiden Ribery ve İbrahimoviç’in isimleri listeye eklenmiş durumda..

Görünen o ki, Real Madrid -Perez’in dönüşüyle - 2000’li yılların başında yakaladığı Los Galácticos günlerine hızlı bir dönüş yapmaya hazırlanıyor. Fakat bu dönüşüme dünya futbolunun ne kadar hazır olduğu muamma.. Real, gerek global kriz ortamında yıldızlara ödenen astronomik ücretlere verilen tepkiler, gerekse dönemin en iyi -aynı zamanda en hırslı- iki oyuncusunu aynı kadroda buluşturmasıyla bütün dikkatleri üzerine çekmiş durumda.. Ama Madrid taraftarı bu durumdan pek şikayetçi görünmüyor, aksine Perez’in dönüşüyle özledikleri tutkuyu bulmuşlar gibi.. Tabi bu memnuniyet sezon içinde de devam edecek mi, onu da zaman gösterecek..

19 Haziran 2009 Cuma

Transfer Piyasası üzerine...


Sezonun bitmesiyle birlikte transfer iddiaları birbiri ardına sıralanmaya başladı. Görünen o ki yine hareketli bir transfer dönemi bizleri bekliyor. Şu bir gerçek ki kulüplerimiz artık büyük düşünüyor. 2000’li yılların başından itibaren özellikle dört büyükler artık sırf yabancı oyuncu almak için yabancı transferi yapmıyorlar. Ateş olmayan yerden duman tütmeyeceğini düşünürsek gündemdeki Love, Drogba, Tevez, Ronaldo, Kanoute, Deco, Poulsen, Saha gibi isimler futbolseverlere heyecan veriyor. Dört büyükler Turkcell Süper Lig’i bir şekilde domine ediyor fakat Avrupa’da özlenen başarıları elde edebilmeleri için yabancı transferinde büyük düşünmeleri artık şart. Aksi halde Avrupa’daki kötü rekorlarımızı egale etmemiz kaçınılmaz olur.

ERHAN BARMAN

Topuz Transferi...


Günlerdir spor kamuoyunu meşgul eden konu şüphesiz ki Mehmet Topuz’un Beşiktaş’a mı yoksa Fenerbahçe’ye mi transfer olacağıydı? Bir yanda basına demeç üstüne demeç verip ısrarla Beşiktaşlı olduğunu söyleyen bir futbolcu, bir yanda olayı artık sıradan bir futbolcu transferi olarak görmeyip işi neredeyse kan davasına dökmüş olan iki kulüp başkanı, bir yanda da yangına körükle giden Kayserispor yönetimi.
Öncelikle Mehmet Topuz’un davranışlarının profesyonel bir futbolcuya yakışmadığı taraflı tarafsız herkesçe kabul ediliyor.Türkiye’nin iki dev kulübünü peşinden koşturan bu derece popüler ve başarılı bir sporcunun yapmaması gereken her şeyi yaptı Mehmet Topuz. Kimi konuşmaları belki günü kurtarmıştı. Bir camianın gözünde ilah olmuşken diğer bir camianın gözünde zerre kadar değeri kalmamıştı. Bugün Mehmet Topuz Fenerbahçe’ye imza attı fakat yine de değişen birşey olmadı. Sadece aktörler değişmişti…
Konuya paralel olarak çok değil bundan 6 ay öncesine gidelim. Devre arasında Yusuf transferi için Trabzonspor ile Beşiktaş karşı karşıya gelmiş, Yusuf Antalya’ya Trabzonspor kampına kadar gitmiş fakat bir anda Beşiktaş’a imza atmıştı. İşte profesyonel futbolcu kendisini burada gösteriyor. Hiçbir zaman çıkıp ne Trabzonspor ne de Beşiktaş hakkında en ufak bir olumsuz açıklaması olmadı. Beşiktaş’a imza attıktan sonra Trabzonspor hakkında söylediği tek şey “kendilerine teşekkür ediyorum” oldu. Büyük futbolcu olmak böyle birşey olsa gerek..
Gerçek olan şu ki bu olay Türk futbolunda ne ilk ne de son. Geçmiş yıllarda da benzer birtakım olayları yaşadık. Yakın geçmişe göz atarsak bir Tümer Metin olayı ile karşılaşıyoruz. Çok daha eskiye gidersek Elvir Balic’in Galatarasay forması hakkında söyledikleri dün gibi aklımızda.

ERHAN BARMAN

7 Haziran 2009 Pazar

Sezonun ardından...


Sürprizlerin bol olduğu bir sezonu geride bıraktık..

Bu sürprizlerin en büyüğü hiç kuşkusuz, sezona önemli transferlerle giren Galatasaray ve Fenerbahçe‘nin şampiyonluk yarışı dışında kalmasıydı. Fenerbahçe’deki durum aslında transfer konusunda izlenen hatalı politikaların sonucuydu. Aragones‘in takımla kimyasının bir türlü uyuşmaması Fenerbahçe‘nin sezon başından itibaren çok basit puanlar kaybetmesine sebep oldu. Çıktığı bütün derbilerden puan çıkararak ligdeki gücünü kanıtlamasına rağmen, takımın içinde bulunduğu huzursuz ortam ve sorunlar lige erken havlu atmasına sebep oldu. Ezeli rakipte ise durum biraz daha farklıydı. Ligin en tempolu futbolunu oynuyorlardı. Bir sezon öncesinde bekleneni vermediği için taraftarın küstüğü Lincoln, Alman hoca Skibbe’nin yönetiminde beklenenin çok üstünde bir performans sergilemeye başlamıştı. Arda, Lincoln, Kewell ve Baros dörtlüsü ile muhteşem bir hücum hattı kurmuştu.. Fakat üst üste gelen sakatlıkların yaşattığı kadro sıkıntılarına, Avrupa maçlarındaki kötü gidişatın eklenmesi oluşturulan bu yapının yerle bir olmasına sebep oldu. Burada da en büyük sorun yönetimin, takıma gereğinden fazla müdahale etmesiydi. Bir önceki sezon da benzer karar alarak şampiyonluğu kendine mal eden yönetim bir kez daha kahraman olmayı denedi. Fakat bu sefer işler istedikleri gibi gitmedi. İki ezeli rakibin ligden erken çekilmeleri, Ersun Yanal ile yenilenen Trabzonspor’a da yıllar sonra bir kez daha şampiyonluk yolunu açtı. Fakat gerek yönetimin gerekse taraftarın yenilenen bir takıma gerekli sabrı gösterememesi, camiada büyük bir travmaya neden oldu ve Yanal’ın bileti yanlış bir kararla kesildi. Halbuki Yanal’la devam edilse son haftaya kadar şampiyonluğu matematiksel olarak kovalayan Trabzonspor belki de ipi göğüsleyen taraf olacaktı.

Bu üç takımın oyuncularından öte, yönetimlerinin yaptıkları hatalar, şampiyonluk yarışının da sürpriz bir şekilde Sivasspor ile Beşiktaş arasında geçmesine sebep oldu. Türkiye’nin belki de en iyi kadrolarına sahip iki takım olan Galatasaray ve Fenerbahçe’nin durumları göz önüne alındığında, Sivasspor’un ve Beşiktaş’ın kadrolarını kıyaslamaya gerek yok. Zaten aralarındaki en önemli fark da kadroları değil, teknik adamlarının takımı motive etmek adına verdikleri demeçlerdi. Bülent Uygun’un futboldan uzaklaşıp, bazı yerlere gerekli gereksiz mesajlar vermek adına yaptığı açıklamalar, takımın ümidini güçlendirmek yerine – özellikle de son 5-6 haftalık periyotta- işleri daha da zorlaştırdı. Her ne kadar şampiyonluk yarışı son ana kadar sürmüş gibi görünse de, herkes Beşiktaş‘ın şampiyonluğunu 33. haftada ilan ettiğini biliyordu. Bunda da en büyük pay hiç kuşkusuz Mustafa Denizli’nin takım üzerindeki etkisiydi. Denizli takımın başına geçtiği ilk günden itibaren hep ileriyi göstererek umudu aşıladı oyuncularına.. Zaten sezon öncesi takımdan uzaklaştırılan ancak daha sonra Denizli’nin göreve başlamasıyla tekrardan arkadaşlarının yanına dönen İbrahim Toraman’da hocalarının takım üzerindeki etkisini şöyle özetliyor: "Mustafa Denizli takıma geldiği ilk günden bu yana, iki kupayı da alacağımızı en kötü günümüzde dahi söylüyordu. Söylemlerinden hiçbir zaman vazgeçmedi. Bunu bir şekilde kafamıza işledi. Biz de bu sene çok fazla istedik ve sonunda başardık"

Hayal kırıklıkları ve sürprizleriyle sezon son erdi ve bütün takımlar artılarını-eksilerini görme adına hummalı bir çalışmaya girişti. Bu çalışmaların da ilk adımı Galatasaray’dan geldi. Rjikaard’ın gelişi sadece Türkiye‘de değil bütün dünyada geniş yankı uyandırdı. Bu transfer Türk futbolu için iki güzel olaya gebe aslında. Hiç kuşkusuz Rijkaard gibi bir ismin Türkiye’ye gelmesi beraberinde bazı önemli yıldızların 30 yaşını geçmeden önce ülkemize transferinin yolunu açabilir. Ayrıca bu gelişme sağlanırsa ligin kalitesi yukarılara tırmanır..


Kördüğüm...

Bu yönden bakıldığında belki de ligden daha çekişmeli bir transfer sezonu bizleri bekliyor..Bunun sinyalleri de geçtiğimiz hafta verilmeye başlandı. Mehmet Topuz transferinde yaşanan belirsizlik ve yapılan açıklamalar gündemin zirvesine yerleşti. Yaratılan bu kaosu da doğuran Kayserispor yönetiminin oyuncusuyla yaşadığı iletişimsizlikti elbette. Fakat bu gerilimi asıl tırmandıran, transfer sonrası yapılan profesyonellik dışı açıklamalardı. Menajerin bu noktada yapması gereken oyuncuyu korumak olmalıydı. Ancak üzerinde formayla kameraların önüne geçirip konuşturması daha sezon başlamadan gerilimi hat safhaya ulaştırdı. Şu anda Mehmet Topuz‘un hangi takımda oynayacağı tam bir muamma. Ancak adresi bundan sonra neresi olursa olsun, bu gerilim bütün bir sezon boyu iki takımın üzerinde fazlasıyla hissedilecektir..


 
Futbol Bloglarini Takip Edin